Palimpsest halkların ruh hallerinden dünyaya bakış…
Emekli bir KGB subayı bir keresinde, “Biz her zaman bunun ya hep ya hiç meselesi olduğunu düşündük - ya ülkeyi sıkı bir yumruk gibi tutacaktık ya da her şey dağılacaktı” diye yazmıştı. Orta Çağ’ın erken prenslerinden, Çarlık subaylarına ve oradan da bugünlerin Putin’ine kalan kaygı modern çağdaki tüm ilerlemelere rağmen çok benzer değil mi?
Bu satırları kaleme alırken, birazdan yılbaşı dönemini grubumla geçireceğim Saint Petersburg’a doğru yol almaktayım. Ruslar dünyadaki en palimpsest halklardan biridir.
Palimpsest; insanların henüz kağıt üretimi yokken bir şeyler yazmak için ürettikleri parşömenin üzerine kazıdıkları yazıların, henüz izleri silinmeden bir başka yazının eklenmesi halinde, izlerin iç içe geçmesi, yok olmadan bir yenisinin eklenmesi durumunda kullanılan bir terimdir. Ruslar ardışık katmanların, birbirleri üzerine inşa edilerek bu özel ülke ve kültürün nasıl oluştuğunun esaslı bir örneğidir.
Rusya dediğimde akla 19. yüzyılın bugün halen geçerliliğini koruyan iki büyük edebiyatçısı gelir; Tolstoy ve Dostoyevski. Tolstoy çok daha kapsamlı bir alanda eserler verse de Dostoyevski’yi bir kez okuyabilen hayata dair büyük uyanışların kapısını aralar.
Dostoyevski’nin ‘Suç ve Ceza’sı bir romandan çok öte bir dönemin çığlığı gibidir. Suç işleyen insanı cezaya götüren şey ne idi? Kanun mu, toplum mu yoksa vicdanının sesi mi?
“Ben yalnızca insanların üzerine basıp geçeceği bir bit miyim yoksa Napolyon gibi bir deha mıyım?”
Bu roman topluma ayna tutuyordu; açlıkla boğuşan bir halk, adaletsiz bir düzen ve para için her şeyin satıldığı bir toplum.
Raskolnikov’un vicdan muhasebesinde tüm bunlar birleşmekteydi.
Karamazov Kardeşler eseri boyunca üç kardeşten İvan bu soruyu sordu: “Tanrı yoksa her şey mubah mıdır?” İnsan özgürlük için yaratılmamıştır. Özgürlüğün yükünü taşıyamaz. Huzur adına boyun eğmeyi seçer.
İnsanları sevmek, onların hatalarını da sevmektir.
Karamazov Kardeşler insan ruhunun edebi bir mahkemesiydi.
Nietzsche “Benim öğretmenim Dostoyevski” diyecekti. Freud insan ruhunun en derin sırlarını ondan öğrendiğini söyleyecekti.
Dostoyevski; Kafka, Camus ve Sartre’ı da etkiledi.
Dostoyevski’yi belki de en güzel Stefan Zweig tanımladı: “Bütün insanlığın son sınırı Dostoyevski değilse hiç kimsedir!”
“Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az. Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor; ‘Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen?’”
Dostoyevski’nin bir asırdan fazla evvel söylediği bu cümleler size de tanıdık geliyor mu?
Savaşlardan, acılardan yorgun düştüğümüz bir yılı daha geride bıraktık. Her şeye rağmen umutla yeni yıla alan açmaya gayret ediyoruz.
Duruşumuzdan taviz vermeden, vicdanı olan liderlerle dünyayı barışa götürebilecek bir yıl dileklerimle…