2025'ten notlar

Hayati MOLİNAS Köşe Yazısı
31 Aralık 2025 Çarşamba

2025 yılını geride bırakırken, dünya siyasetine dönüp baktığımızda tek bir kelime öne çıkıyor, kırılma’. Alıştığımız dengelerin yerinden oynadığı, eski doğruların sorgulandığı ve yeni bir jeopolitik dönemin ayak seslerinin duyulduğu bir yıl oldu. Ne tam anlamıyla bir kopuş yaşadık ne de eski düzeni olduğu gibi koruyabildik. Ama artık hiçbir şey eskisi gibi değil.

Yılın en çarpıcı gelişmelerinden biri, Trump’ın yeniden alevlendirdiği ticaret savaşıydı. “Özgürlük Günü” ilan edilen 2 Nisan’da, Kanada’dan Çin’e, Afganistan’dan Zimbabve’ye uzanan geniş bir coğrafyada, yaklaşık 60 ülkeyi kapsayan yeni gümrük tarifeleri açıklandı. Bu adım küresel piyasalarda soğuk duş etkisi yarattı ve ABD’nin ortalama ithalat vergisi oranını 1930’lardan bu yana görülen en yüksek seviyelere taşıdı. Dünya ekonomisi sarsıldı ama çökmedi. Diplomasi devreye girerken tedarik zincirleri ekonomik ve siyasi cephelere dönüştü.

Trump’ın Çin ürünlerine yüzde 25 ile yüzde 145 arasında değişen vergiler koyma tehdidi piyasaları dalgalandırırken, Çin buna nadir toprak elementleri üzerinden ihracat kısıtlamalarıyla karşılık verdi. Ekim ayında varılan ateşkes tansiyonu düşürdü ancak kırılganlığı ortadan kaldırmadı. Üstelik Amerikan malı üretim patlaması gerçekleşmezken, Çin yılın ilk onbir ayında 1 trilyon dolarlık rekor ticaret fazlası verdi. Ortaya çıkan tablo, sürecin sonucunun biraz da “Make China Great Again” olduğunu düşündürüyor.

2025’in bir diğer büyük kırılma hattı yapay zekâ oldu. ChatGPT adını ilk kez duymamızın üzerinden yalnızca üç yıl geçmişken, bugün bir milyardan fazla insan yapay zekâyı günlük hayatının bir parçası hâline getirmiş durumda. Bu hızda yayılan başka bir teknoloji hatırlamak zor. Ancak bu devrim herkese eşit dağılmıyor. Küresel Güney’in en yoksul ülkelerinde yapay zekâ kullananların oranı yüzde 10’un altında. Üstelik 2,6 milyar insanın hâlâ internete erişimi yokken, yapay zekânın vaatleri onlar için şimdilik soyut bir gelecekten ibaret. Bu eşitsizlik, önümüzdeki yılların en önemli jeopolitik gerilim başlıklarından biri olmaya aday.

İnsani cephede ise tablo çok daha karanlıktı. Sudan’daki iç savaş, üst üste üçüncü yıl dünyanın en ağır insani krizi olarak kayıtlara geçti. Yaklaşık 400 bin insan hayatını kaybetti, 11 milyon kişi yerinden edildi. Darfur’dan gelen soykırım raporları karşısında dünya bir kez daha yetersiz kaldı. Bahar aylarında Sudan ordusunun Hartum’u geri alması kısa süreli bir umut yaratmıştı, ancak ivme hızla tersine döndü. Nil kıyılarında kaos daha da derinleşti. Dış müdahaleler ise yine etkisiz kaldı.

Tüm bunların üzerine bu yıl, Ortadoğu’da İsrail–İran hattında güç gösterisi yaşandı. Bu da bölgesel dengeleri köklü biçimde değiştirdi. ABD ve İsrail askerî kapasitelerini açıkça ortaya koyarken, Rusya ve Çin dikkat çekici biçimde sessiz kaldı. İran’ın ordusuna dair zayıflıklar görünür hâle geldi. Hamas ve Hizbullah gibi vekil güçlerin etkisinin azalması, Suriye’deki çözülmeyi de hızlandırdı. Bu gelişmeler, Orta Doğu’da henüz tam olarak şekillenmemiş bir yeniden yapılanma sürecinin kapısını araladı.

2026’ya girerken ABD’den gelen sinyaller de yeni dönemin ipuçlarını veriyor. Trump’ın yayımladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi, Çin’i esas olarak ekonomik bir rakip olarak tanımlarken, Rusya konusunda doğrudan çatışma yerine “stratejik istikrar” vurgusu yapıyor. Ortadoğu’ya bakış ise ilginç. Bölgeyi dönüştürmek yerine, ülkeleri oldukları gibi kabul edip ortak çıkar alanlarında çalışmayı tercih eden bir yaklaşım öne çıkıyor.

Avrupa’ya gelince, ton çok daha sert. NATO’nun sürekli genişlemesi geri plana itilirken, Avrupa’dan kendi savunmasını daha fazla üstlenmesi bekleniyor. ABD artık Avrupa’yı sorgusuz sualsiz bir stratejik ortak olarak görmediğini açıkça söylüyor. Kitlesel göç, toplumsal parçalanma ve siyasal kutuplaşma üzerinden dile getirilen “medeniyetsel silinme” söylemi ise, aslında Avrupa üzerinden tüm Batı dünyasına tutulmuş bir ayna gibi duruyor.

2025’in bize bıraktığı en net mesaj şu: Dünya yeni bir düzene girmiyor, eski düzenin ardından oluşan bir boşluğun içinden geçiyor. Güç yeniden dağılıyor ama henüz yerine oturmuyor. Bu belirsizlik korkutucu olduğu kadar dönüştürücü de. Önümüzdeki yıllar, yalnızca devletler için değil, toplumlar ve bireyler için de daha fazla dikkat, daha fazla akıl ve daha fazla dayanıklılık gerektirecek.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün