Ünlü şairimiz Nedim’in yukarıdaki methiyesinin benzerlerini asırlar boyunca şehrimize gelen yüzlerce seyyahların hatıratında bulmak mümkündür… Bazıları hayranlıklarını gizlememiş, bazıları ise neredeyse ‘medeniyet methiyesi’ düzenlemişlerdir.
Geçen yazımda Benjamin de Tudela’dan bahsetmiş; tespitlerini kısaca belirtmiştim. Özetle, şehrimizin zenginliğini ve hareketliliğini övmüştü.
Ondan evvel veya sonra gelen ziyaretçilerin intibalarını paylaşmak isterim. (Hepsini değil tabii.) Önce yukarda gördüğünüz iki fotoğrafla başlamak isterim: Ayasofya ve Süleymaniye.
Bu iki muhteşem eser arasındaki mesafe aşağı yukarı 1,5 kilometre; yürüyerek 20 dakika. Ancak aralarındaki tarihî zaman süresi 1000 yıl1. Her iki yapı da halen görevlerini sürdürüyor.
Bir düşünelim Ayasofya, Bizans’ın en parlak döneminde, ünlü İmparator Justinyanus tarafından, gücünü ispatlamak maksadıyla Marmara’nın en görkemli tepesine yerleştirilmiştir.
Süleymaniye ise Osmanlı’nın en parlak döneminde, Sultan Süleyman tarafından Haliç’in en yüksek tepesine ve İstanbul’un her iki yakasına hâkim olacak şekilde konuşlandırılmıştır.
Justinyanus, çıkardığı yasalarla sık sık gündeme gelir. Vikipedia’dan okuyalım:
“Justinianus Kanunları (Latince: Codex Justinianus, Latince: Justinianeus ya da Latince: Justiniani), Konstantinopolis'te hüküm süren Doğu Roma imparatoru I. Justinianus tarafından MS 6. yüzyılın başlarında emredilen Roma hukukunun kodifikasyonu (yasalaştırılması) olan Corpus Juris Civilis'in bir parçasıdır”2.
Sultan Süleyman’ın da lakabı da Kanunî’dir. Bu da benim anlatımım:
Sultan Süleyman’a ‘Kanunî’ unvanının verilmesinin sebebi, Osmanlı hukuk tarihinde, sınırlı yasama yetkisine dayanarak sayıca en fazla ve en muntazam kanunların onun zamanında konulmuş olmasıdır. Bu kanun ve kararnameler 300 yıl kadar yürürlükte kalmış ve Osmanlı hukukunun temelini teşkil etmişlerdir3.
Bu muhteşem benzerliğe tesadüf diyebilir miyiz? Yorumunu size bırakıyorum.
Dilerseniz aynı dönemlerde İstanbul’da uzun sürelerle bulunmuş görgü şahitlerinin intibalarını da sunayım.
Cesarealı Procopius, Justinianus döneminde İstanbul’a gelmiş ve saraya yakınlığıyla tanınmış bir kişiydi. ‘De Aedificius’ (yapılar üzerine) adlı eserinde Ayasofya’yı ve İstanbul’u çok etkileyici ve övgü dolu dille anlatır. Şehrimizi dünya üzerindeki en görkemli yer olarak tasvir eder4.
Kanunî Sultan Süleyman döneminde İstanbul’da görev yapmış Avusturya Büyük Elçisi Ghislain de Busbecq5 şu notları düşer:
“İstanbul dünyanın en güzel konumlarından biridir. Şehrin silueti adeta doğal bir taç görünümündedir. Sokakları özellikle Avrupa şehirlerine göre daha temizdir. Özetle Avrupa için hem hayranlık hem de uyarı niteliğini taşıyan bir şehirdir.”
Dönemin sosyal yaşamını da yakından incelemiş olan Ghislain de Busbecq, bence, her an hatırlanması gereken şu cümleleri de notlarına düşer:
“Devlette yükselmek soya değil, yeteneğe bağlıdır. Türkler çalışkanlık ve disiplinle yükseliyor, biz ise tembellik ve ayrıcalıkla geriliyoruz.”
Özetle tüm yazdıklarımı bir daha okuduktan sonra, ister istemez Napoleon Bonaparte’a atfedilen şu cümle aklıma geliyor: “Eğer dünyada tek bir devlet olacaksa onun başkenti de mutlaka İstanbul olacaktır.”
Herkese 2026 takvim yılında mutlu bir yaşam dileyerek yazımı sonlandırıyorum.
---
1 Ayasofya’nın inşaatı MS 537’de, Süleymaniye’ninki ise 1557’de bitti.
2 Corpus Juris Civillis: Medeni hukuk külliyatı olarak adlandırmak gelenek haline gelmiştir.
3 Bazı dini çevreler, kararnameler yayınlanır yayınlanmaz tepki vermiş ve özellikle bu yasalara fetva veren şeyhül-İslâmlara saldırılarda bulunmuşlardır.
4 Cesarea’lı Procopius (MS 500-565) Antik dönemin en büyük tarihçisi olarak bilinir.
5 Ogier Ghislain de Busbecq: 1556-1562 yılları arasında Kral 1. Ferdinand’ın elçisi olarak İstanbul’da görev yapmıştır. “İstanbul Mektupları” o dönemin payitahtını çok güzel tasvir eder. Busbecq hakkında 1 Ocak 2014 ve 15 Ocak 2014 tarihli Şalom’da ‘İstanbul’da bir Büyükelçi’ başlığıyla iki yazım çıkmıştı.