Noel pazarları, Avrupa’nın en eski ve en büyük mevsimsel ekonomilerinden biri. Orta Çağ’da Almanya ve çevresinde doğan bu gelenek, bugün sadece kültürel bir ritüel değil; turizmden gastronomiye, el sanatlarından ulaşım sektörüne kadar milyarlarca euroluk bir hareket alanı yaratan dev bir endüstri. Aralık ayı geldi mi şehirler sadece ışıklanmıyor; oteller doluyor, uçaklar kalkıyor, meydanlar sıcak şarap kokuyor ve Avrupa şehirlerinin popülasyonu birden arşa çıkıyor.
Bu dev sektörle, annem Gülseren Çengil ve en yakın arkadaşlarından Günseli Davuça ile çıktığımız bir Noel pazarları turunda tanıştım. Onların bu ışıltılı dünyaya ne kadar hızlı kapıldığını daha yola çıkmadan fark ettim. O kadar ki, “sonra bakarız” diye ertelenen vize işleri zaman yaklaştıkça “Acaba vize çıkacak mı?” paniğine dönüştü. Çünkü bu pazarlar spontane değil; plan ister, sabır ister, takvim ister. En önemlisi de Schengen ister…
İlk durağımız Basel’di. Basel’deki Europort’a vardığımızda vize Fransa’dan alındığı için İsviçre çıkışını değil, Fransa çıkışını tercih ettik. Pasaportlara Fransa damgası rica etmek bile işin ne kadar stratejik yürüdüğünü gösteriyordu.
ALMANYA VE FRANSA’NIN FİYATLARI DAHA MAKUL!
Basel, sakin ama zarifti; Noel ruhuna yumuşak bir giriş gibiydi. Odun ateşinde somon yerken masamıza gelen iki tatlı hanımefendi ile sohbet etmeye başladık, inanır mısınız taaa Amerika’dan geliyorlardı, boşuna devasa bir ekonomi demiyoruz.
İkinci gün Zürih ve Luzern vardı. Zürih’te tekneyle yapılan şehir turu, kalabalığın ortasında nefes almak gibiydi. Aralık sonunda -bizim şansımıza- suya vuran güneş ışıkları, içimizi ısıtan huzur dolu anlar yaşamamıza vesile oldu. Luzern ise tam kararındaydı. Ne fazla kalabalık ne fazla sessiz. Süslemeleriyle göz doyurup, atmosferiyle heyecanlandırdı. Ve bu arada atlamak istemiyorum: İsviçre dediğinizde peynirli fondü yemeden dönülmez. Bu bir öneri değil, kuraldır.
Alışveriş işine gelince… İsviçre Frangı romantizmi biraz pahalıya satıyor. Aynı Noel ruhunu daha makul fiyatlarla yaşamak için Freiburg, Strasbourg ve özellikle Colmar çok daha mantıklı. Hediyelikler, süsler, küçük mutluluklar… Böylelikle cüzdan daha az zarar görüyor diyebiliriz.
STRASBOURG KALABALIĞI CİDDİ BİR SINAV
Üçüncü gün Strasbourg yolunda uzanan üzüm bağları, hepimizi başka bir ruh hâline soktu. Fransız şaraplarının şöhreti gerçekten tesadüf değil. Strasbourg Noel pazarları ise kalabalıkla arası iyi olmayanlar için ciddi bir sınav. Notre Dame Katedrali’nin önünde adım adım ilerlerken hem yönünüzü hem çantanızı kollamak zorundasınız. Bir yandan büyüleniyor, bir yandan yoruluyorsunuz. Petit France, Strasbourg’un kalabalığına küçük bir mola gibi. Kanalların kenarında sıralanan yarı ahşap evler, Noel süsleriyle birleşince kartpostaldan fırlamış hissi veriyor. Bu harika görüntü, insanı yavaşlatıyor; aceleyi unutturuyor. Kalabalığın içinde bile sakin kalabilen nadir yerlerden biri ve belki de Strasbourg’un en zarif köşesi.
NE KADAR IŞIK, O KADAR HUZUR!
Ama Colmar… İşte orası başka. Masal gibi. Daha sakin, daha sevimli, daha “iyi ki geldim” dedirten cinsten.
Bir parantez açmak mutlak suretle gerekli: Fransız köyleri kesinlikle bu işin gizli yıldızı. Her evin önü içeri girmeye çalışan Noel Baba’lar, geyikler, yıldızlar, binbir türlü süslemeler ile bezeli… Çünkü burada insanlar ne kadar çok ışık olursa, o kadar huzur olacağına inanıyor. Bu inanç sadece evlerde değil, tüm kasabalarda hissediliyor.
3 ÇİÇEKLİ VE BÜYÜLÜ FRANSIZ KÖYLERİ
Yol üzerindeki Riquewihr, gösteriş yapmadan etkileyen köylerden. Taş döşeli sokaklarında yürürken her evin, her kepengin anlatacak küçük bir hikâyesi var. “3 çiçekli” unvanı burada sadece bir tabela değil; düzeni, bakımı ve estetik hassasiyetiyle gerçekten hissediliyor.
“3 çiçek”, Fransa’daki Villes et Villages Fleuris (Çiçekli Şehirler ve Köyler) programının verdiği bir kalite derecesi. Bu unvan sadece çiçek sayısıyla ilgili değil; köyün yaşam kalitesi ve çevreye verdiği özenin bir göstergesi.
Bir köye üç çiçek verilmesi için genellikle şunlar değerlendirilir:
• Kamusal alanların estetik düzeni (çiçekler, yeşil alanlar, sokaklar)
• Bitkilendirmenin köy mimarisiyle uyumu
• Çevre temizliği ve sürdürülebilirlik yaklaşımı
• Yerel yönetimin yaşam kalitesine verdiği önem
Yani bu derecelendirme, “güzel süslenmiş bir yer” demekten çok, iyi bakılan, dengeli, yaşaması keyifli bir köy anlamına geliyor. Fransa’da bu derece, sessiz ama güçlü bir prestij işareti.
Turla gezmenin avantajı çok: hikâyeler, detaylar, tarih. Rehberimiz Erhan Yılmaz, köylerin- şehirlerin tarihinden; hangi şaraplardan almamız gerektiğine dek bir sürü “yıldız’ bilgiyi tüm cömertliğiyle bizimle paylaştı. Minik bir dezavantaj da var tabii: istediğin yerde istediğin kadar kalamamak. Her çeşitliliklte insanla bir arada olmak, ki buna pesimist bakış açısına sahip olup her şeyden şikayet edenler de dahil. Gerçi anın tadını çıkarmaya karar vermiş berrak zihinleri, kimse durduramaz. Bu da tarihe not düşülsün.
Her şeyi bir kenara bırakalım: Noel Baba’lı çikolatalar, geyik şapkası takmış insanlar, sıcak şaraplar, zencefilli kurabiyeler arasında geçen 4-5 gün ruha gerçekten iyi geliyor. Avrupa’daki Noel pazarları bu yüzden bu kadar büyük. Çünkü sadece alışveriş değil; duygu satıyor, anı biriktiriyor, insanı çocukluğuna geri götürüyor. Ve annemin o ışıklara bakarken yüzünde beliren gülümsemeyi gördüğüm an anladım: Bu sektörün büyüklüğü rakamlarda değil, insanın içini aydınlatabilme gücünde saklı.