Sosyal çevre

Avram VENTURA Köşe Yazısı
10 Aralık 2025 Çarşamba

Bir süre önce, akşamüstü evime doğru yürürken uzun zamandır görmediğim bir arkadaşıma rastladım. Birbirimizin hatırını sorduk, görüşmeyeli özlediğimizi söyledik. Bu ayaküstü konuşmamız oldukça uzun sürdü. O yaşadıklarını anlatma gereksinimini duydu, ben de onu ilgiyle dinledim. Söylediklerini birçoğumuz için önemli gördüğümden paylaşmak istedim. Kısaca şöyle:

Arkadaşım pandemiden bu yana, Çeşme’de yazlık evinde eşiyle birlikte kalıyormuş. Uzun bir zaman önce zaten emekli olmuştu. İzmir’e dönmeden geçen ilk yılları, sorunsuz ve huzur içinde geçirmiş. Temiz hava, kentin trafik kargaşasından uzak, doğa içinde süren sakin bir yaşam! Yaz günlerinin tüm hareketliliğine karşın, kışın oldukça sessiz geçiyormuş. Hayat böyle tekdüze bir şekilde akarken, son yılda sağlık sorunları yaşamaya başlamış. Yapılan incelemeler sonucunda gittiği aile hekimi ona şu tanıyı koymuş: Arkadaşlarından, sosyal ortamlardan uzaklaşmış olması, onu daha çok yalnızlaştırmış, yıpratmış, çeşitli hastalıklarla boğuşmasına yol açmış! Bunun üzerine toparlanıp İzmir’e geri dönmüş. Elinden geldiğince eski arkadaşlarla bir araya gelmeye, yeni ilişkiler kurmaya, kısaca sosyal çevresini genişletmeye çalışmış. Bu arada giderek iyileştiğini de sözlerine eklemişti.

Arkadaşımın anlattıkları bana doğrusu hiç yabancı gelmedi. Bu konuda yapılan araştırmalar, gözlemlerle ilgili çeşitli yazılar okumuştum. Bunların tümü okuru aynı sonuca ulaştırıyor: Hepimiz bir sosyal çevreye ihtiyaç duyuyoruz! Bir süre bundan kaçınmaya çalıştığımızda, ister istemez başka sorunlara davetiye çıkarmış oluyoruz.

Bu sosyal ilişkilerin, doğuştan sahip olduğumuz en temel psikolojik ve biyolojik gereksinimimiz olduğunu biliyoruz. Daha gözlerimizi açtığımız andan başlayarak yakın çevremizle bağlar kurmaya başlıyoruz. Her yaş dönemimizde bu ilişkiler ağı giderek genişliyor, hayatımıza yeni anlamlar kazandırıyor. Öyle ki biz ancak toplum içinde kurduğumuz bağlarla insan olduğumuzu görüyoruz. Dilimizi, düşüncelerimizi, duygularımızı, davranışlarımızı onlarla geliştiriyor, biçimlendiriyoruz. Sorumluluğun anlamını, erdem kurallarının gerekliliğini de yine başkalarının bulunduğu bir ortamda anlayabiliyoruz. Yalnızca konuşarak değil, aynı zamanda dinleyerek… Dokunarak olduğu kadar, hissederek… Yalnız beynimizin değil, yüreğimizin de sesini duyarak…

Yalnızlığın da elbette ki olumlu yanları vardır, ancak yine toplum içinde, sınırlı bir zaman ve bilinçli bir seçimle olduğu sürece…

Diyalog felsefesi kuramcısı Martin Buber, Sen ve Ben adlı kitabında “Ben olmak için, mutlaka bir ‘sen’e ihtiyaç vardır” diyordu.

Yanılmıyorsam 19. yüzyılda yaşamış Alman düşünürü Friederich Hegel şöyle söylemiş: “Ben, sen olmadan ben olamam.” Ben bir başıma kim oluyorum ki, diyor ünlü düşünür; ben ancak başkalarıyla karşılaştıkça, onlarla ilişkiler kurdukça bir anlam kazanıyorum.

Bir başıma olduğumda hayal kurabilir, düşünebilirim; ama başkalarıyla birlikte olduğumda var olabilirim. En önemlisi de sevgiyi duyumsayabilirim.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün