Kırmızı Et: Türkiye Hayvancılığındaki Yapısal Krizin Anatomisi

Metin BONFİL Köşe Yazısı
3 Aralık 2025 Çarşamba

Türkiye hayvancılık sektörü, son yıllarda maliyet, kur ve arz dengesizliğinden beslenen içinden çıkılması zor bir sarmalın içinde. Gün geçmiyor ki, et ve süt sektöründeki üreticiler gelecekle ilgili alarm zillerini çalmasın. Peki, neden marketteki et reyonundan pirzola alırken kendimizi mücevherci dükkanında gibi hissetmeye başladık?

En temel protein ihtiyacının başında gelen et ve süt ürünlerinin fiyatları neden durdurulamaz bir artış trendine girdi?

Bu sorunsalı daha iyi anlamak için yağmurlu bir günü seçtim ve gemini.google.com ile Türkiye’deki kırmızı et sektörünün topografyasını çıkartmaya çalıştım. Tabi kısa bir makalede böylesine geniş ve temel bir konuyu hakkı ile işlemek imkansız. Bir finansçı olarak benim tarım hakkında ahkam kesmemin doğru olmayacağını bilsem de, et fiyatlarının neden sürekli arttığı konusunda merakımı gidermek için yaptığım araştırma özetini aşağıda paylaşıyorum.

Kırmızı et fiyatlarının sürekli artmasının altındaki kronik sorunlar neler?

1)     Yüksek yem fiyatları: Türkiye’deki yem sektörü yılda 30 milyon tonluk bir üretim gerçekleştiriyor. Avrupa’da 1 numara. Ne var ki, bunun hammaddesinin yüzde 40’tan fazlası ithalatla karşılanıyor. Her ay 1,1 milyon ton cıvarında mısır, soya, ayçiçek küspesi vb. protein içeren yem hammaddesi ithal ediliyor. Geçen sene, bu ithalata 5,1 milyar dolar döviz harcandı. Yem üretiminin yüzde 60’ı kırmızı et ve süt üretiminde kullanılan hayvanlar tarafından tüketilmekte. Sektörün geleceği ile ilgili alarm zilleri çalan ve bunun dozajını giderek arttıran modern çiftçi Sencer Solakoğlu’na göre, bugünler henüz iyi günlerimiz. Veriler, halihazırda Türkiye’deki yem fiyatlarının AB’ye göre yüzde 20 ila 30 arasında daha yüksek olduğunu gösteriyor.

2)     Düşük Süt Fiyatı: Türkiye’de süt fiyatı Ulusal Süt Konseyi tarafından belirleniyor. USK, kendisini çiğ sütü hammadde olarak kullanan kutu süt, peynir ve yoğurt üreticileri ile, çiğ sütü ürün olarak bu işletmelere satan çiftçiler arasında bir denge olarak görüyor. Ne birini ne de diğerini batırmamak için büyük politik zorluklar ile bir fiyat belirliyor. Süt fiyatını baskılamak, arka planda başta yatırım yoğun büyük süt fabrikalarına, sonra tüketiciye, sonra da enflasyonu düşüremeyen siyasilere hizmet ediyor. Öte yandan, çifçiler de artan maliyetleri ile baskılanan süt fiyatı arasında sıkışmaya devam ediyor. Bugün AB’de ortalama çiğ süt fiyatı 0,50 Avro/litre iken Türkiye’de 0,40 Avro/litre cıvarında seyrediyor. Kişi başı süt tüketiminin artması istenen bir sonuç olduğu için fiyatları arttırmak da tek başına bir çözüm değil. Öte yandan, süt fiyatı çiftçiye zarar ettirecek seviyede olduğunda hayvanlar kesime gönderiliyor. Daha da kötüsü, kalitesiz ürünler cirit atıyor. Süt fiyatı, aslında kırmızı et sektörünün geleceğini belirleyen en önemli faktör diyebiliriz.

3)     Verimsizlik: Tüm ekonomik sıkıntıların kök sebebi zaten verimsizlik! Büyük resimde, Türkiye’deki 17 milyonluk büyükbaş hayvan varlığının yüzde 75’i, 58 milyonluk küçükbaş hayvan varlığının yarısı, sayıları 2,5 milyon cıvarında olan küçük ya da orta boy işletmelerde yetiştirilmekte. AB’de bir işletmede ortalama 76 hayvan bulunurken, Türkiye’de bu sayı 14. keza, kaba yem maliyetleri bakımından önem arz eden mera büyüklükleri Türkiye’deki tarım arazilerinin yüzde 25’ini oluştururken Avrupa’da yüzde 35’in üzerinde. Traktör kullanımına baktığınızda, Türkiye’deki çiftçiler ortalama 6,5 hektarı 65HP gücündeki traktör ile sürer iken, Avrupa’lı meslektaşları ortalama 17 hektarı 110HP gücünde traktörler ile sürmekte. Çiftçi ve traktör başına verim olarak AB çiftçisi üç kat daha verimli. Bunların bileşkesi olarak, Türkiye’de bir inek ortalama yılda 3,1 ton süt verirken, Avrupa’daki akranlarının yılda 7 ila 8 ton arasında süt verdiğini görüyoruz. Büyük işletmeler dışında bizdeki üretimin çoğu “çok yiyip az üreten” tatlı dostlarımız tarafından yapılıyor.

4)     Arz talep dengesizliği: 2024 senesinde, İran’dan gelen ve yurt geneline yayılan şap hastalığı ile kur kaynaklı maliyet baskısı çiftçileri hayvanlarını kesme noktasına taşıdı;  kırmızı et üretimi yüzde 11 azaldı. Bu sebeple, Et Süt Kurumu başta Brezilya, Uruguay ve Macaristan olmak üzere, canlı hayvan ve karkas et alımına hız veriyor. Sadece 2025 senesinde kırmızı et açığını ithalat ile karşılamak için 2 milyar dolar tutarında dövizin köfteye ve kebaba gideceğini düşündüğünüzde, Merkez Bankasının neden rezerv biriktirmek zorunda olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz. 86 milyon nüfus ve yılda 62 milyon turistin artan talebini ithalat ya da mevcut hayvan stoğunu kesime göndererek karşılanmasının uzun vadede ne sonuçlar doğuracağını tahmin etmek zor değil.

5)     Kırmızı etten kanatlıya geçiş: Avrupa’da et tüketiminin yaklaşık yüzde 40’ını domuz eti oluşturuyor. Türkiye’de bu alternatifin olmaması, kırmızı et üretimindeki verimsizlik ve düşük alım gücü ile birleşince et tüketimi düşüyor. Son 20 senede, kırmızı et tüketimi kişi başına 16 kg/yıl seviyesinden 12 kg/yıl seviyesine düşmüş. Buna karşın, beyaz et (kanatlı) tüketimi ise kişi başına 12 kg/yıl seviyesinden 25 kg/yıl seviyesine çıkmış. Artık tüketilen etin üçte ikisi tavuk eti. Tavuk eti daha ucuz olsa da protein içeriğinin daha düşük olması ve üretiminin dövize daha fazla dayalı olması nedeni ile toplam fayda açısından daha cazip bir alternatif değil.

Sarmal durumu

Et açığının enflasyondaki kaygılar nedeni ile giderek daha fazla ithalat ya da mevcut sürülerin kesimi ile karşılanması, zaten kronik cari açık sorunu olan ülkemiz açısından gerekli olsa da, uzun vadeli çözümler alehine kısa vadeli çözümleri önceleyen bir politika olarak görünmekte. Döviz kuru üzerindeki baskı arttıkça, zaten ölçek sıkıntısı olan verimsiz işletmelerin yem ve enerji maliyetleri artıyor ve bu sefer daha fazla desteklenmeleri gerekiyor. Hayvancılığa verilen desteklerin son on senede 17 milyar doları bulduğu tahmin ediliyor. Ancak bu destekler, zorlanan küçük işletmelere nefes aldırmaktan ileri gitmediği için, kalıcı bir düzelme sağlanamıyor.

Kırmızı et arzı ile ilgili açmazın çok bileşenli ve uzun vadeli bir plan uygulanması dışında bu sarmaldan nasıl çıkılacağına dair bir yol henüz görünmüyor.

Coğrafya derslerimizde öğrendiğimiz Türkiye’nin dünyadaki “kendi kendine yeten” yedi ülkeden biri ve “Avrupa’nın tahıl ambarı” olduğu şeklinde idi. Şimdi ise, sektörün geleceği ile ilgili kaygı verici tespitler yapılmakta. Yükselen fiyatlar dolayısı ile et tüketimi azalmaz ya da herkes vejetaryen olmaya karar vermez ise, et ve süt üretim dünyasındaki sıkıntının uzun yıllar devam edeceğine dair göstergeler güç kazanıyor.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün