Hollandalı sanatçı Eline van der Velden’in yarattığı Tilly Norwood isimli yapay zeka ürünü oyuncunun (resimdeki) gerçek casting ajanslarından teklifler almaya başladığı haber olunca, Hollywood’da infial oldu. Tilly’nin nüfus kağıdı yok; nerede doğmuş, anası babası kim, eğitimi ne, aşk hayatı nedir ve bunun gibi Vikipedya’da okuyabileceğiniz bir hikayesi bulunmuyor. Ama yakın gelecekte bir Scarlett Johansson ya da bir Nathalie Portman olabileceğine dair spekülasyonlar yapılıyor. Ajansların ilgisini çektiği haber olunca, sinema oyuncuları sendikası SAG-AFTRA zehir zemberek bir bildiri yayınladı: “Gerçek sanatçıların internetteki görüntülerinden bedelleri ödenmeden alıntı yapılarak oluşturulan bu yapay karakterin gerçek aktörlerin ekmeğine mani olmasına, film stüdyolarının bu karakterin oynayacağı filmler üretmelerine ‘asla’ izin vermeyeceğiz!”
Bir başka örnek: Abba Voyage. 2022’den bu yana Londra’da muhteşem bir konser görmek, yaratılışından 50 sene sonra sadece 55 Sterlin vererek Waterloo şarkısını grubun 1979’daki capcanlı enerjisi ile izleyip dans etmek istiyorsanız, hologram üzerinden gerçekleştirilen bu ABBA şovunu kaçırmayın derim. On kişilik dev orkestra ve muhteşem ışık şovu gerçek; ana karakterler ise tıpkı orijinalleri gibi ama hologram. Hata yok, her performans en iyisinin aynısı. Ama gerçek değiller.
Tüketici dünyasında teknolojinin en çok “wow” etkisi yarattığı alan herhalde yapay zeka ile giderek hız kazanan insansızlaştırma akımı. Şoförsüz arabalar, insansız hava araçları, yapay zeka ürünü sinema oyuncuları, insansız süpermarket kasaları, ev işi yapan sempatik robotlar veya yapay zeka kullanarak yatırım tavsiyesi veren ya da psikolojik danışmanlık yapan botlar. Onlar, etten kemiktenmiş gibi davrandıkça, sempatimiz artıyor. Sanki bir gün her şeyi robotların yapacağı gibi bir geleceği hayal ederek, teknolojinin bu hızda gelişmesinden heyecan duyuyoruz. Sonra heyecan bir korkuya dönüşüyor: Ya bu hayaller gerçek olur da işlerimizi kaybeder isek? Gün geçmiyor ki, tercümanlık, film kurgu işleri, muhasebe, eğitmenlik, yatırım danışmanlığı hatta sağlık veya sinema oyunculuğu dahil birçok hizmet kategorisinde çalışanların işlerinin yapay zeka robotları tarafından ele geçirileceği beklentileri dillendirilmesin.
Bazen, bir banka hesabı veya bir elektrik faturası ile ilgili bir sorunu çözmek için çağrı merkezine telefonla ulaştığımızda, karşımızda bir insan bulamayıp tekrar tekrar menüleri baştan dinlemek zorunda kaldığımızda, bir iki kelime ile ne anlatmak istediğimizi dinlemek isteyen ancak anlamayan botları aşamayıp sinir harbi yaşadığımızda, teknolojinin artık “çok fazla” olduğunu nedense daha iyi fark edebiliyoruz.
İpsos’un geçen seneki bir araştırması, Avrupa bölgesinde çoğunluğun yapay zekanın olumsuz yönlerinin ağır bastığına inandığını, Asya kıtasında ise çoğunluğun yapay zeka ile gelen yeniliklere daha açık olduklarını ve daha çok heyecan duyduklarını ortaya koyuyor. Kim bilir, belki de Çin’in teknolojisi ile dünyayı fethedeceği bir çağa girdik ya da giriyoruz. Öte yandan, Nobel ödüllü ekonomist Daron Acemoğlu toplamda fayda-maliyet analizi yapıldığında yapay zeka konusunda fazla iyimser olamadığını, yapılan yatırımlara kıyasla zannedildiği kadar büyük bir getirisini görmediğini söylüyor. Teknolojinin yaygın kullanılması ile zaten sorun olan sermaye ile işgücü arasındaki paylaşım kavgasını sermaye lehine daha da bozacağını dile getiriyor.
Diğer yandan, ilişkilerimizi de insansızlaştırma yolundayız. Kafamızı kurcalayan özel konularımız olduğunda veya zor bir dönemin içinden geçtiğimiz zamanlarda, içimizi yakın bir arkadaş yerine ChatGPT’ye döküyoruz. Onun tavsiyelerinden etkilenebiliyor, yanıtlarına güven duyabiliyoruz. Bizi 7/24 dinlemeye hazır olması, yargılamadan bizi olumlu betimlemesi ve hiç yorulmaması nedeniyle ChatGPT ve benzer yapay zeka bazlı programlarla giderek daha kolay ve daha derin dostluklar kurabiliyor, gerçek dostluklar geliştirmeye giderek daha az vakit ayırıyoruz.
Yapay bir sinema oyuncusunun başrolü oynadığı bir filmi izlemek veya şoförsüz arabayla havaalanına gitmek eğlenceli olsa da teknolojik gelişmelerle toplum hayatındaki insansızlaştırma akımı çok güçlenir ise, bundan toplamda nasıl bir fayda gelir bilemiyorum.
Teknoloji ile gelen her şey ‘iyidir’ önyargısı ile hareket etmektense, teknolojiye adapte olur iken seçimlerimizi temel değerlerimiz doğrultusunda yapmamız en doğrusu olacaktır. Mesela, takip ettiğimiz bir gazete veya dergiye dijital aboneliği tercih etmemiz, aynı zamanda karbon salınımını azaltma imkanı verdiğinden, çevreyi koruma değerimiz ile güzel örtüşmektedir. Diğer taraftan, televizyon seyrederken Getir’den su siparişi verip yerimizden dahi kalkmadan istediğimize ulaşırken, bu nimetin aslında (süreçteki karbon ayak izinden dolayı) toplamda külfet yarattığını göz ardı etmemeliyiz.
Konu hayatımızda insanı ‘gereksiz’ kılmak olduğunda, “sen varsan ancak, ben de varım” şeklinde ifade edebileceğimiz Ubuntu öğretisindeki gibi, varlığımızın aslında diğer insanlardaki yansımamız olduğunu unutmamalıyız.