Bir avatar, bir sonbahar ağacı, bir büyücü cadı

Dalia MAYA Köşe Yazısı Sesli Dinle
5 Kasım 2025 Çarşamba

Yaşadığın şehirde bir hayat yaşıyorsun. Kendine göre bir hayat yaşıyorsun. Sabah kalkıyorsun. Kimimiz sabahın karanlığında çocuklarını okula gönderiyor. Sonra koştur koştur işe yetişiyoruz.

Kimi daha rahat. Güne, Boğaz’da bir kahvede, her gün aynı saatte orada bulunan diğer müdavimlerle sohbet ederek başlıyor. Gün ne gerektiriyorsa o yaşanıyor. Biz yaşıyoruz, siz yaşıyorsunuz. Ama şehir de yaşıyor. İstanbul gibi bir metropoldeyseniz eğer, gündüzünü ayrı, gecesini ayrı yaşıyor şehir. Gecenin ileri saatlerinde dönüşüyor. Hele hafta sonuysa, bir de üstüne bayramsa. Ve de şanslıysanız, buna ayıracak zaman ve imkanınız varsa… Bizim kendi bayramımız değil de cadılar bayramıysa mesela… Ve asıl olan kutlamak ve kutsamaksa yaşamı… Şehirle birlikte siz de dönüşüyorsunuz. İşte o zaman bir avatar misali ya da bir büyücü cadı kostümüne bürünüp yemekle, müzikle bambaşka hayatların tadını keşfetmek de mümkün. “Ötekinin bayramı”, “çocukça oyunlar bunlar” diyerek geçiştirmemeli… Hakkını vererek düzenlenip de hakkını vererek katıldığınızda bu tip buluşmalara, kendi kimliğinizi bir kenara bırakıp bambaşka biri olma halini yaşıyorsunuz. Bazan daha önce üzerinde hiç düşünmediğiniz bir öteki oluyorsunuz. Onun kıyafetlerini giymekle yetinmeyip ötekinin ruhunu da giyinirseniz… İşte asıl oyun o zaman başlıyor. Bazan bir dağ oluyorsunuz, bazan yaprağının çoğunu dökmüş bir sonbahar ağacı. Dağ olma halinin heybetini tadıyorsunuz bir yandan. Ama kendinizi role biraz daha ve biraz daha bırakırsanız görünürdeki hareketsizliğin, ilerleyememenin, durağanlığın ağırlığı çöküyor üstünüze. Yine belki nice hayvana, börtü böceğe ve belki de insana yuva olabilmenin hediyesi büyülüyor sizi.  Ya da bir ağaç olmuşsanız, hele de yaprağının çoğunu dökmüş bir sonbahar ağacı olmayı seçmişseniz yürürken, kıpırdarken, başınızı sağa sola çevirirken, dallarınızın etrafa zarar vermemesi önceliğiniz oluyor. Kuraklaşmış dallarınızla, sıkışık ortamda birinin gözünü çıkarma tedirginliği belirliyor hareketinizi. 
Geçtiğimiz ay San Fransisko’da idim. Trafikte dört yol ağızlarında yola ilk gelen aracın önceliği olduğunu ve her sürücünün bu öncelikleri diğerine tanırken nasıl titizlendiğini fark ettim. Yayan yürürken bile diğerini umursamayan İstanbul’daki halimizden ne kadar uzak. Biz bırakın önceliği karşıdakine vermeyi, çoğu zaman hakkımız yokken bile diğerinin sırasını ‘kapmayı’ ödül biliyoruz. Oysa belki de kirpi gibi olabilmekti mesele. Kirpiler kışın çok üşüdüklerinde birbirlerine sığınırlarmış. Ama sadece ‘yeterince’ sığınırlarmış. Birbirlerinin ateşinden ısınabilecek kadar yakın ama dikenlerinin birbirlerine zarar vermeyeceği kadar uzak bir mesafe. Yeteri kadar.

Nasıl özel bir miktardır “yeteri kadar”.

Elimde süpürge niyetine bir kuru ağaç dalı, büyücü cadı kıyafetimle spor hocamın düzenlediği cadılar bayramı buluşmasındayım. Kimilerine göre dertsiz tasasız bir hal… Aynı gün Kartalkaya Otel yangını davasının kararı verilmiş. Avukatların konuşmaları basına düşmüş. Canımız acıyor. Giden canlara canımız acıyor. Savaş alanlarında, hangi tarafta olursa olsun, insanların canı acıyor. Ama biz çoğu zaman öteki olma halini düşünmek bile istemiyoruz.

Oysa…

Belki hayat bir tiyatro sahnesinden başkaca bir şey değildi. Belki de bazı bayramlar, mesela bizim olmayan cadılar bayramı bu amaçla kutlanıyordu. Bu amaçla kutlanmalıydı. Hatırlamak için. Yaşamın ötekinin canını yakacak kadar ciddi bir şey olmadığını hatırlamak için. Kostümünü giyip, müziği de açınca yok oluyordu çünkü anlaşmazlıklar, siliniyordu etiketler. Uzaklaşılıyordu bir nebze de olsa öğrenilmiş kalıplardan. Alışılmış ortamlardan şehrin bilmediğimiz bambaşka bir yüzüne gülümser buluyordunuz kendinizi. Buluşturuyordu müzik. Konfor alanlarımızı yıkıp topluyordu dağılan parçalarımızı. Hele de öteki rolüne girmişsek, öteki dediğimizin o kadar da öteki olmadığını anlıyorduk. ‘Öteki’nin her an ‘ben’ olabileceğini, ‘ben’im ise her an ‘öteki’ olabileceğini idrak ediyordu.  Oyuna benziyordu, önemsiz görünüyordu. Halbuki derindi. Çok daha derindi.  Anlatıyor, fark ettiriyor, idrak ettiriyordu. 

Ve dün gece ben, ben değildim. Bir avatar, bir sonbahar ağacı, bir büyücü cadı oyun gibi görünen bu tiyatroda ilham oldu dönüşüme. Şükürle.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün