Dünya bir tanrıçadır ve adaleti, öğrenebilenlere öğretir; çünkü kendisine ne kadar iyi hizmet edilirse, karşılığında o kadar çok iyilik verir” Xenophon
“Avladığım etin yediğimden fazlasını saklamak mı? Etimi kardeşimin midesinde saklıyorum” diyordu avcı komşularına büyük bir ziyafet çekerken…
Yürüyoruz. San Francisco’da ılık bir pazar sabahı kahvelerimizi içmiş, kahvaltılıklarımızı sırt çantalarımıza yüklemiş, ormanlık arazide yürüyoruz. Açıklık alanda etrafımızı seyrediyoruz. Manzarayı içimize çekiyoruz. Yürüyoruz. Daha doğrusu tırmanıyoruz. Gözümüz yol kenarlarında, ağaç altlarındaki gölgeliklerde. Tırmanıyoruz. Hava sıcak, yağmur azıcık yağmış. Fırat anlatıyor. Fırat, çocuklarımın arkadaşı, bu yürüyüşte de rehberimiz. Hangi mantar yenir, hangisi yenmez, anlatıyor. Esasen mantara dair her şeyi anlatıyor. “Mantarların topraktan bir gecede tıp diye çıkması için yağmurun yağması ve havanın soğuması gerekiyor. Sıcak havada mantar toprağın altında bekliyor. Çoğalmak ve yayılmak için iklimin uygun şartlara gelmesini bekliyor.” Tırmanıyoruz. Yol boyunca rastladığımız tek tük mantar, yenebilir değil, zehirli. Sezonun ilk mantar avı bu. Mantar bulmama ihtimalimiz oldukça yüksek. Hafta içinde sonbaharın ilk yağmurlarından biri yağdı. Hava da bir miktar serinledi. O yüzden programımızı mantara doğru yapmayı uygun bulduk. Buraya yerleşeli beri doğayı ne kadar az tanıdığını fark etmiş Fırat. Ve doğanın hediyeleri arasından mantara gönül vermiş. Araştırmış, konunun üstatları ile çalışmış. Derken mantar avı, hava müsait olduğunda hafta sonlarının önemli bir etkinliği haline gelmiş. Mantar peşinde doğada dolaştıkça hem pasif egzersizini yapıyor hem de doğada olmanın sayısız sağlıklı getirisini yaşıyor. Üstelik doğanın insana sunduğu bereketli bir hediyeyi kabul ediyor. Bir mantar avcıları kulübüne dahil olmuş. Sıklıkla birlikte çıkıyorlar ava. Bazı haftalar tüketebileceklerinden fazla mantar topluyorlar. Kilolarca! O zaman mantarlar paylaşılıyor. Farklı cinsler değiş tokuş ediliyor. Yeri geliyor, arkadaşlara, komşulara dağıtılıyor. Beraberinde mantarına göre en lezzetli tarifler de paylaşılıyor. Hem mantar konuşuyor hem yürüyoruz. Derken yolun kenarında çimenlerin arasında tek bir tane yenebilir mantar göz kırpıyor bize. Bu bir porçini mantarı. Kızım ekliyor “Yerliler doğada ilk çıkan ürünü toplamazlarmış, gönlünce çoğalabilsin diye. Son kalan teki de toplamazlarmış. Sadece ihtiyaçları kadar. Sadece onlara sunulmuş olanı. Olanın yarısından fazlasını da toplamazlarmış. Başkaları da istifade etsin diye.” Asla heba etmezler, sunulana şükrederler, paylaşırlar, hediyenin karşılıklılık esasını unutmazlarmış. Karşılık bazan sulayarak, bazan paylaşarak, bazan anlatarak, farkındalık yaratarak…
San Francisco’da kızımın evinin bahçesinde bir nar ağacı var. Nar olgunlaştıkça ağacından koparıp salatalarımıza ekliyoruz. Çocuklar, arkadaşları ve sıklıkla sincaplar kim bilir ne zaman kimin tarafından ekildiği bilinmez bu ağaca, ağacın tohumlarını bu bahçeye serpene ve doğaya şükrederek narın bolluğundan yararlanıyor. Kızım bahçede bir köşeye kekik, fesleğen, maydanoz, domates de ekmiş. Hepsi coşuyor. Çoğu zaman tükettiklerinden fazlasını veriyor toprak. Yan komşunun nanesi duvarın altından bizim bahçeye sızmış, lezzetini taşımış soframıza. Her lokmada doğanın bolluğuna şükrediyoruz.
Ama doğanın hediyelerini kullanmak şükretmenin yanı sıra bir sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Kullandığımız hediyeye teşekkür etmek, gerektiğinde bakımını yapmak ve bu hediyeleri paylaşmak bizlerin sorumluluğu. Bir kısmı soframızı zenginleştirirken bir kısmı arkadaşlara dağıtılıyor. Kimin bahçesinde ne varsa diğerlerine sunuluyor.
İstanbul’da oturduğum mahallede her adımda bir meyve ağacı var. Dutlar, erikler, elmalar, daha neler neler… Pandemi süresinde sokaklarda saatlerce yürüdüğüm günlerde fark etmiştim. Fark etmem için pandeminin uzun yalnız yürüyüş saatleri gerekmişti bana. Gündelik koşturmacamızda etrafımızda olan bitenin ne kadar az farkındaymışız! O günlerde insan bu mahallede aç kalmaz diye düşündüğümü hatırlıyorum. Ama nedense onları toplama alışkanlığını hiç edinmemişiz. Yine gidip manavdan, marketten alıyoruz. Çocuklarımızın çoğu belki de hangi sebzenin ağaçta hangisinin toprakta yetiştiğini bile bilmiyor. Şehirde büyüyen en küçükler için domates, elma, armut hepsi marketten alınan ürünler. Belki de birilerinin bunları fabrikalarda ürettiğini zannediyorlardır. Şehirde yaşadıkça toprağın bereketini unutuyoruz. Yokluk bilinci önce düşüncemizi sonra davranışımızı belirliyor. Stoklamaya başlıyoruz. Bizi değil beni öne koyuyoruz. Ve bunu sadece sebzemize, meyvemize yapmıyoruz. Bu doğal davranış kalıbımıza dönüşüyor. Bu davranışı arkadaşlarımıza, işyerinde çalışanlarımıza, sokakta yürürken karşılaştığımız ‘yabancı’ya, ezcümle tüm ilişkilerimize yansıtıyoruz. Ve araştırmalar insanın giderek yalnızlaştığını söylüyor. Birbirimizle güçlenmek yerine birbirimizin üzerinden güçlenmeye bakıyoruz. Birbirimizi ezerek… Birlikte huzurlu bir dünyada barış içinde yaşayacağımıza birbirimize savaş ilan ederek. Daha fazlasına sahip olmanın daha güçlü olmamızı garantileyeceğini zannediyoruz.
Toprağa yakın olduğumuzda ise şükürle birlikte bir yeterlilik duygusu hissetmeye başlıyoruz. Her tür sebze ve meyvenin mevsiminde bereketiyle kendini doğaya sunduğunu gördüğümüzde benim senin kavgası bitiyor. Yokluk değil varlık duygusuna uyanıyoruz bir sabah. Önce kendi içimizde, derken yakın çevremizde, giderek daha geniş ortamlarda dalga dalga büyüyen /büyüyebilecek bir birlik hali bu hissettiğimiz. Hediye ekonomisi ya da birlik ekonomisi deniyor buna. Bu hal insanı doğayla, kendisiyle, çevresiyle barışmaya yönlendiriyor. Biriktirmek yerine yeterlilik hali hüküm sürüyor, teşekkürde şükürde, huzurda oluyoruz.
Bir kere daha yaşamın bir büyü olduğunu hatırlıyoruz.
MERAKLISINA NOT:
1) 25 Ocak 2023’te mantarların bir gecede topraktan çıkmasına neden olan güce dair bir yazı yayınlamıştım Şalom’da. O yazıyı Robin Wall Kimmerer’in -kızımın sayesinde okuduğum- bir kitabından öğrenerek yazmıştım. Aynı yazı Bir Büyüdür Yaşam isimli yeni kitabıma da dahil oldu. Bugün de mantar avının üzerinden hediye ekonomisine gönderme yapan bu yazıyı yazarken aynı biyoloğun ‘The Serviceberry’ isimli kitabından öğrendim ve esinlendim. Yine kızımın sayesinde. Yaşam yolunda çocuklarından öğrenmek insana ne büyük gurur kaynağı…
2) İlk mantar avımız nasıl mı sonuçlandı? Elimiz boş döneceğiz sanırken son dakika şanterel mantarına denk geliverdik. Fırat’ın harika tarifleriyle zenginleşti soframız. Şükürle…