Gün geçmiyor ki yeni bir atılım, farklı bir teknoloji, akıl almaz davranışlarla karşı karşıya kalmayalım. Aralarında yapıcı, geleceğe dönük projeler olduğu kadar, zekânı kötüye dönüştüreceği buluşlar da var.
Bunların bir kısmını dıştan gelen bilinmezler ve yansıttıkları korku yaratıyor. Bir anlamda akşam yatıp sabah kalktığımızda neler olup bittiğini anlayamamanın kaygısı… Ayrıca, günlük yaşantının getirdiği zorunluluklar aile ekonomisinin zor geçitleri, sokakta yürüyen çoğunluğun asık yüz ifadeleri, soluduğumuz kirli hava, iç dünyamızda bir nevi ‘metal’ yorgunluğu gibi insanı aşağı çekiyor.
Kanuni Sultan Süleyman’ın “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” cümlesi bile güneşten uzaklaşıp yer altına saklandı.
(…) Son yılların ‘sığınak’ felsefesi gelecekle ilgili kaygıları, Yeni Zelanda’ya kadar uzanıyor. Facebook, Instagram, Messenger benzeri gibi sosyal medya platformlarının kurucusu şirketin patronu Mark Zuckerberg (41), yapay zekâ robotu ChatGPT’nin CEO’su Sam Altman (40) gibi birçok teknoloji devi, binlerce metrekarelik tam donanımlı sığınaklar inşa ediliyor. Kimilerine göre olası bir nükleer felaketi veya 3. Dünya Savaşı çıkarsa ya da yapay zekâ kontrolden çıkıp egemen olursa milyarderlerin sığınaklara kaçacağı varsayılıyor. Öte yanda popüler kültür uzmanlarına göre, Silikon Vadisi teknoloji devlerinin artık lüks otomobilleri ve evleri değil, yeraltı sığınakları ‘statü’ sembolü olarak kabul ediliyor1.
Kanımca her iki varsayım da geçerli. Bazıları yeraltında karınca gibi çalışarak geleceğini güvenceye alıyor. Bizim gibi yer üstünde yaşayanlar ise, deprem gerçeğini görmezden gelip kaplumbağa adımlarıyla ‘karot’ aldırmayı öteliyor.
“Geçmişi unutma, geleceğini güvenceye al” zihniyetiyle büyüyenlerden olduğum için Kanuni’den söz ederken, aynı anda babası Yavuz Sultan Selim’i ve oğlu II. Selim’i de aynı paralelde düşünürüm. Her ayrıntıya takılınca, zihin gereksiz yoruluyor.
Bu bağlamda gençlerin görüşleri çok farklı. Kısmen haklılar. Uğraşacak o kadar başka işleri var ki, ayrıntılar onları ilgilendirmiyor bile. Konu doğrudan kendilerine yönelik olmayınca zaten oralı değiller. Soru sorulduğunda en uzun yanıt ‘evet’, ‘hayır’ olur. Daha, ben odaklı bir güncelin içindeyiz. Bunların hiçbiri yanlış değil. Ancak duygu, empati gibi kavramlar azaldıkça hem bireysel hem toplumsal düzeyde iletişim yok oluyor.
Eğer belli bir samimiyet içindeyseniz ‘Sal gitsin’ sözcüklerini duymak sıra dışı değil. Ne biçim bir Türkçedir, anlamıyorum.
↔↔↔
Sinema salonlarının sihirli bir etkisi vardır bende. Koltuğa oturup ışıklar karardığında, başka bir boyuta geçmiş gibi hissederim. İçeri sıkıntılı girmişsem, özgür bir ruh hali içinde çıkarım. Son zamanlarda filmler çok az sayıda izleyiciyle oynuyor. Neredeyse ‘size özel’ gösterim gibi. Gerçi bilet fiyatları arttı, yine çarşamba günleri indirimli tarife olmasına rağmen salonlar dolup taşmıyor. Nasıl ayakta kalıyorlar acaba?
Geçenlerde arkadaşların “Eşinle gitme, sıkılırsın” uyarısına karşın son zamanlarda Ferzan Özpetek’in hayli ses getiren ‘Elmaslar’ filmine gittik. Aynı filmi tekrar izlediğim çok nadirdir. ‘Elmaslar’ı bir daha görmek isterim. Öncelikle mizah anlayışıma çok uygundu. İkincisi, kimileri ‘rahat/hafif’ bir film diye nitelese de satır aralarında derin anlamlar içeriyor. ‘Elmaslar’ın içinde sadece bir cümleyi sevmedim. Kişisel bir yorum olabilir. İzlemeyenlere haksızlık etmek istemem.
Sağlıkla kalın.
1 Milliyet Gazetesi Ekim 2025