Karl Marx, Sanayi Devrimi ile oluşan sınıf farklılıklarının işçilerin aleyhine devam edeceğini, oluşan yoksulluğun nihayetinde proleter bir devrime yol açacağını ve böylelikle sınıfsız bir toplumu öngören ve eşitlikçi bir ekonomiyi içeren sosyalizmin, özellikle gelişmiş ülkelerde kaçınılmaz olduğunu savlamıştı, 19. yüzyılın sonlarına doğru.
Ancak ekonomik ve sosyal dinamikler onun öngördüğü gibi ilerlememiş, hükümetlerin aldığı kimi iyileştirici sosyal önlemler ve özellikle, sendikaların kurulmasıyla işverene karşı işçinin ekonomik ve sosyal haklarının korunması ve iyileştirilmesi, Marx’ın sosyalizm öngörüsüne ciddi bir çelme takmıştı.
Marx’ın vefat ettiği yıl doğan Avusturyalı ünlü ekonomist ve siyasal bilimci Joseph Alois Schumpeter, Marx’ın, kapitalizmin kaçınılmaz sonu teorisini çalışmalarının başat odak noktası yapmış, Marx’ın, kapitalizmin yenilikçi gücünü ve girişimcilerin eski sistemleri yıkarak yeni değerler yaratma yeteneğini küçümsediğini ve en büyük yanılgısının bu olduğunu savlamıştı. Örneğin, Marx teknolojik ilerlemenin işçileri işsiz bırakıp yoksullaştıracağını düşünürken, Schumpeter, yeni teknolojilerin yeni iş alanları ve refah artışı getirdiğini savunmuştu. Schumpeter, kendi yarattığı ‘yaratıcı yıkım’ teziyle, kapitalizmin bu yolla kendini yenileyebileceğini ve toplumun refahının artacağını söylemişti. Avusturyalı iktisatçıya göre kapitalizm, kimi köhnemiş uygulamalarının yıkımı ve buradan kaynaklanan yenilikler yoluyla işçilerin yaşam koşullarını iyileştirerek devrimci ateşi söndürüyordu.
Schumpeter’in ‘yaratıcı yıkım’ tezi, örneğin DVD çalarların icat edilmesiyle birlikte sistemin kaset çalar üretimine artık destek vermemesi gerektiğini savlar. Yeniliğin ilerlemesi için eskinin artık yaşamaması gerekir…
***
Bu yılın Nobel Ekonomi Ödülünü alan üç isimden ikisi olan Philippe Aghion ve Peter Howitt’in, sürdürülebilir büyümenin ‘yaratıcı yıkım’ teorisi ile ilişkilerine dayalı çalışmaları mevcut. İki iktisatçı, Joseph Schumpeter’in fikirlerini matematiksel bir çerçeveye oturtarak yeniliklerin eski yapıları yok ederek nasıl sürekli büyüme sağladığını açıklıyor.
İkili, yeni ve daha iyi ürünlerin piyasaya girmesiyle eski ürünlerin ve firmaların yerini almasını matematiksel olarak modellemişler. Bu süreç, inovasyonu teşvik ederek ekonomiyi sürekli yeniliyor – örneğin, akıllı telefonlar eski cep telefonlarını yok ederek büyüme yaratıyor. Nobel Komitesi, bunu ‘yaratıcı yıkımın’ sürdürülebilir büyüme teorisi olarak tanımladı...
Nobel Ekonomi Ödülü’nü bu ikiliye paylaşan tarihçi ve iktisatçı Joel Mokyr ise, ödüle gerekçe gösterilen büyük ve kapsamlı çalışmasında, herkesin sorduğu ama cevaplarında birleşemedikleri bir soru üzerinden yola çıkmış:
“Dünyada son iki yüzyılda ekonomik büyüme neden hızla arttı?” İnsanlık tarihinin büyük bir bölümünde GSYH’nin artmadığını, ama 18. yüzyılın ortalarında hızla yükseldiği biliniyor.
Mokyr, bu değişimi açıklamak için bilginin, inovasyonun ve fikirlerin gücüne büyük önem veriyor. 2016'da yayımlanan ‘Büyüme Kültürü: Modern Ekonominin Kökleri’ eserindeki argümanı oldukça net. Ona göre, 18. yüzyılın başında Avrupa'nın kültürel normları, bilimsel deney ve keşiflere ve ardından bu fikirlerin ticarileştirilmesine elverişli bir şekilde değişti. Bu gelişme de yeniliğin ve ilerlemenin motoru oldu.
Mokyr, inovasyon temelli ekonomik büyümeyi açıklaması nedeniyle ödül aldı. Bu ödül, Mokyr'in teknolojik ilerlemenin sürdürülebilir büyüme için önkoşullarını belirlemesinden kaynaklanıyor.
Joel Mokyr, kariyeri boyunca, ekonomik büyümenin sadece piyasa dinamikleriyle değil, kültürel ve entelektüel faktörlerle nasıl şekillendiğini gösteren eserler üretti.
Mokyr’in çalışmasının en önemli savlarından biri, Avrupa’daki 18. yüzyılın ikinci yarısında başlayan Endüstri Devrimi’nin ekonomik temelli bir oluşumdan daha çok, entelektüel bir devrim olduğu. Bu devrimin gerçekleşmesinde bilim insanları ile zanaatkârlar arasındaki bilgi akışının önemine değinirken ‘teorik bilgi’ ile ‘uygulamalı bilgi’ arasındaki ilişkinin yarattığı sinerjinin yeniliklere, icatlara ve dolayısıyla büyük gelişmeye neden olduğunu ileri sürer.
Mokyr ayrıca, ilerleme ve büyümenin kültürel tolerans ve açık fikirliliğe bağlı olduğunu da söyler çalışmasında.
Örneğin Çin’in uzun bir süre Avrupa’nın gerisinde kalmasını, siyasi yapısındaki otoriterliğe ve egemen sınıfın, özgür düşünürlerin yerleşik düzeni devirip onları ezebileceğinden endişe etmesine bağlar. Avrupa, entelektüel ilerlemeye daha uygundu, ona göre.
Buradaki yönetimler, eski yapıların yok olup yenilerinin büyüdüğü ‘yaratıcı yıkıma’ izin vermeye daha hazırdı. Aghion ve Howitt'in çalışmalarının da açıkladığı gibi, bu süreç ekonomik büyümenin temeli oldu. Tüm bu nedenlerden dolayı sanayileşen ilk kıta Asya değil, Avrupa oldu.
Ancak bugün Asya’nın yaratıcı yıkım formülüyle kimi pratiklerini yıkıp kapitalizmi kendi kültürüne uyarlayarak Batı ile farkı iyice kapattığı bir başka gerçek olarak karşımızda.
Ezcümle, 2025 Nobel Ekonomi Ödülü, ilerleme ve büyüme için gereken kültürel ve siyasi önkoşulları –açıklık, demokrasi, inovasyon, rekabet ve bilgi paylaşımı- vurgulaması nedeniyle verildi.
Ödül komitesi bu bağlamda, Aghion ve Howitt'in matematiksel modelleriyle oluşturdukları, ‘yaratıcı yıkımla’ başlayan ilerlemenin kök nedenini analiz eden Mokyr’in çalışmasını tamamlayıcı bularak ödülün yarısını Mokyr’e, diğer yarısını ise Aghion ve Howitt'e bölüştürdü…
Joel Mokyr, sadece bir akademisyen değil; modern dünyanın köklerini aydınlatan bir tarihçi/ekonomist düşünür. Eserleri, gelecek nesillere, büyümenin anahtarının temel anlamda inovasyonu yaratan bilgide yattığını fısıldamaya devam edecek.
***
Günümüzde ise en önemli inovasyonun yapay zekâ olduğu konusunda herkes hemfikir durumda. Bu yeniliğin, ülkeleri ve toplumları her alanda geliştireceği, dönüştürebileceği ve ilerlemenin geometrik hızla artacağı öngörülüyor.
Bu olağanüstü gelişmede önemli olan Yapay Zekâ inovasyonunu toplumun ve bireyin iyiliği ve gelişmesi bağlamında iyi yönetebilmek.
Aksi takdirde çok büyük bir hızla ilerleyen Yapay Zekâ devrimi hem ülkeler arası hem de ülke içinde sınıflar arasında yeni büyük eşitsizliklere ve toplumsal huzursuzluklara neden olma tehlikesini barındırıyor.
Sadece inovasyonun kendisiyle sağlıklı ilerlemenin olmayacağı çok açık. Bu değişimi iyi yönetebilecek, doğru yönlendirebilecek, onun yaratacağı büyük eşitsizliklere ve kimi farklı sorunlara çözüm getirebilecek ve uluslararası iş birliğinde bulunabilecek kurumsal yapılara ihtiyaç olduğunu unutmamak lazım.
Aksi takdirde Yapay Zekâ, Nobel’i kazananların formülü olan ‘yaratıcı yıkım’ı, dünya çapında büyük bir ‘yıkıcı yıkım’a dönüştürebilir.
İşte o zaman Karl Marx, bir yerlerden, “Ben dememiş miydim?” der mi, der…