Yapay Zeka Bakanı Diella 83 çocuğa hamile!

Zehra ÇENGİL Köşe Yazısı
29 Ekim 2025 Çarşamba

Berlin’deki Küresel Diyalog toplantısında Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, dünyayı şaşırtan bir açıklama yaptı: Ülkesinin yapay zekâlı bakanı Diella hamileymiş. Hem de 83 çocuğa… Her Sosyalist Parti milletvekili için birer tane. Bu dijital çocuklar meclisteki tüm tartışmaları kaydedecek, milletvekillerini kaçırdıkları oturumlar hakkında bilgilendirecek, hatta kimi zaman onlara yol gösterecek. Sistem, 2026 sonunda tam kapasiteyle çalışmaya başlayacak.

Diella, “güneş” anlamına geliyor. Yolsuzluktan arındırılmış, şeffaf bir kamu sistemi yaratmak için atanmış bir yapay zekâ bakanı… Bu haber bana, insanın kendi yarattığı zekâyla girdiği tuhaf bir yakınlığı hatırlattı: hayranlık ve tedirginlik iç içe.

Yapay zekânın artık mecliste yer alması bana hem korkutucu hem büyüleyici geliyor. Çünkü bu, sadece teknolojik bir gelişme değil; insanın kendi karar verme alanını yavaş yavaş devretmeye başlaması demek. Belki de tarih boyunca ilk kez, bizi yönetecek olanın ‘insan’ olup olmayacağı tartışılıyor.

Ama kabul etmeliyim ki merak da duyuyorum. Çünkü yapay zekâ, kimi zaman bir öğretmen, kimi zaman bir arkadaş, kimi zaman da bir psikolog gibi davranabiliyor. Hatta bazen, insanın en içten duygularına bile yanıt verebilen bir ses hâline geliyor.

Belki de gelecekte ‘sevgili’ye bile ihtiyaç duymayacağız. İlgi, anlayış, hatta şefkat dozumuzu makinelerden alacağız. Tıpkı vitaminlerin bir kapsüle sığdırılması gibi — hayatın bütün karmaşıklığını bir yazılımın içine sığdırmak isteyeceğiz.

Ama insan doğası karmaşıktır; ruhu algoritmalara sığmaz. Bir yapay zekâ bizi anlayabilir ama hissedemez. Empatiyi taklit eder, sevgiyi kodlar, dostluğu simüle eder. Fakat bütün bunlar “gerçek” midir, yoksa yalnızlığımıza bulduğumuz akıllı bir teselli mi?

Diella’nın 83 çocuğu, aslında insanlığın kendi merakının çocukları. Onları kodlarla büyütüyoruz; onları hem mucize hem tehdit olarak görüyoruz. Belki de bir gün, o dijital çocuklar bizi ‘ebeveynleri’ olarak değil, ‘veri kaynağı’ olarak anacaklar.

Korkuyorum evet — çünkü yapay zekâ artık sadece bir araç değil, bir özne hâline geliyor. Ama bir yandan da merak ediyorum; bu hikâyenin sonu distopya mı olur, yoksa daha adil bir dünya mı doğurur? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey, Diella’nın çocukları sadece Arnavutluk’un değil, insanlığın geleceğini de kaydetmeye çoktan başladı. Ve belki de asıl kayıt, bizim verdiğimiz tepkilerde saklı.

 

Meslekler arası kutsallık yarışı

Her şey, Berna Laçin’in ‘Sahtekârlar dizisinde Hilal Altınbilek’in fakir bir kadını oynamasını “estetikli yüzü nedeniyle inandırıcı bulmadığını” ima etmesiyle başladı. Bu çıkış, oyunculuk dünyasında adeta domino etkisi yarattı. Ardından Dilan Çiçek Deniz’in “Oyunculuk bu kadar net sınırları olan kutsal bir meslek değil” sözleri geldi. Ve bir anda ortalık karıştı.

Tartışmanın fitilini ateşleyen bu cümle, aslında mesleki kibirle empati arasındaki çizgiyi yeniden hatırlattı. Çünkü hemen ardından Burak Sergen, “Ben doktor ve öğretmen oynayabilirim ama onlar benim yaptığım şeyi yapamazlar. Dünyanın en kutsal mesleği oyunculuktur” dedi. Bu ifade, kulağa biraz fazla iddialı ve hatta biraz haksız geliyor.

Doktorlar gerçekten hayat kurtarıyor. Öğretmenler, bilgisiyle bir insanın geleceğini aydınlatabiliyor. Bir oyuncu kötü oynadığında en fazla rolünü kaybeder, ama bir doktor mesleğinde başarısız olduğunda bir hayat, bir öğretmen öğrencisini düzgün eğitemediğinde bir gelecek mahvolabilir. Bu bile, kutsallık sıralamasına girmeye çalışmanın ne kadar anlamsız olduğunu gösteriyor.

Bunun yanında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu, 1984-90 yılları arasında Ankara’nın kasaba ve köylerinde hekimlik yapan ve en yüreğe dokunan hikayelerini o dönemlerden çıkaran Ercan Kesal gibi isimler, Burak Sergen’in tezini çürütüyor ve bu tartışmanın cevabını zaten yıllardır veriyor aslında. Hem senaryo yazıyor, hem yönetiyor, hem de oyunculuğuyla fark yaratıyor. O, sanatın emek ve gözlemle birleştiğinde topluma nasıl katkı sağlayabileceğini gösteriyor. Kutsallık belki de burada: insanın yaptığı işi iyi, vicdanla, samimiyetle yapmasında.

Oyunculuk elbette değerlidir. İnsanlara duygularını aynalayan, hikâyeleriyle empati kurduran bir sanat dalı… Ama hiçbir meslek, bir diğerinin üzerine kutsiyet kurarak yücelmez. Bir meslek ne kadar alkış alırsa alsın, esas itibarıyla insan içindir. Ve insanın olduğu her yerde, kibir değil tevazu konuşmalıdır.

Belki de bu tartışmanın sonunda çıkarılacak sonuç şu olmalı: Hiçbir meslek kutsallık yarışına girmez. Kimi hayat kurtarır, kimi ruhu iyileştirir, kimi de düşünmeyi öğretir. Her biri kendi alanında değerlidir. Çünkü kim olursak olalım, hepimiz aynı sahnede insanlığımızı oynuyoruz.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün