Netflix’te yayınlanan ‘Enfes Bir Akşam’ dizisi “eski para” ve “yeni para” dünyalarının görünmez duvarlarını gözler önüne seren bir yapım olmuş. Bir yanda, yüzyıllardır servetine hükmeden, görgüsünü kuşaktan kuşağa devretmiş aristokrat aileler… Her hareketi ölçülü, her kelimesi tartılı, zarafeti ve çoğu zaman da kibri doğuştan gelen bir topluluk. Diğer yanda ise, yokluktan gelmiş, her şeyini alın teriyle kazanmış, parayı emeğiyle tanımış yeni zenginler… Dizide zengin kesimin yansıttığı fikre göre: Yeni para sahipleri için gösteriş, çoğu zaman geçmiş yoksunluğun bir rövanşı gibidir. Hayatın onlara geç verdiği özgürlüğü, biraz aceleyle, biraz da yüksek sesle yaşamaya çalışırlar.
Bu iki dünyanın çarpışması, dizinin en dikkat çekici yönlerinden biri. Çünkü zenginlik aynı olsa da kökler farklı, alışkanlıklar farklı, hatta sessizliğin bile anlamı farklı. Eski para sahipleri sükûnetle gücünü gösterirken, yeni para sahipleri bunu parlaklıkla ispatlıyor. İşte bu farkların arasında doğan Osman ve Nihal’in hikayesi, diziye asıl büyüsünü kazandırıyor.
Osman, (Engin Akyürek) sıfırdan başlayanların temsilcisi; mücadeleyle yoğrulmuş bir karakter. Nihal (Aslı Enver) ise, doğuştan ayrıcalıklarla çevrili, “doğru olanı” ezberlemiş bir dünyanın şanslı ama yine de ekmeğini taştan çıkarmaya gayret eden kızı. İkisinin aşkı, iki kutbu bir araya getiren bir köprü gibi. Çünkü aşk, zaten böyle bir şeydir. Hiç yapmam dediğin şeyleri sana yaptırır. Gururla ördüğün duvarları tek tek yıkar, “asla” dediğin birine hayatını adarsın farkına bile varmadan. Aşk, bazen bir sınıf farkını değil, bir karakter farkını dahi ortadan kaldırır.
Enfes Bir Akşam, bu yönüyle klasik bir romantik hikâyeyi çağdaş bir çerçevede yeniden anlatıyor. Dizinin en dikkat çeken unsurlarından biri de müzikleri… Her sahneye eşlik eden melodiler, karakterlerin duygularını adeta kalbimize tercüme ediyor.
Yağmurlu bir akşamda, elinizde sıcak bir kahveyle izlemek için ideal. Eğer romantizmi seviyorsanız, duyguların karmaşasından korkmuyorsanız, Enfes Bir Akşam sizin için güzel bir seçim.
Aklım hala yapamadıklarımda!
Ekonomist’in yaptığı bir araştırmaya göre, insanların en çok pişman olduğu üç şey; ailesiyle yeterince vakit geçirmemek, çok çalışmak ve daha fazla seyahat etmemiş olmak. İlk bakışta sıradan gibi görünen bu üç madde, aslında hayatın merkezine dokunuyor. Çünkü insan, ömrünün sonunda başarıdan çok sevgiyi, kazandığı paradan çok paylaştığı zamanı hatırlıyor.
Aileyle geçirilen vakit, insanı manevi olarak ayakta tutan görünmez bir bağ. Bir sofrada birlikte gülmek, bir akşamüstü sessizce sohbet etmek, aynı çatının altında huzur bulmak… Bunlar zamanla anlamını katlayan hatıralar. Fakat çoğu zaman, “daha sonra görüşürüz” diyerek erteliyoruz o anları. Ve o “daha sonra” bazen hiç gelmiyor.
Seyahat etmek ise sadece yeni yerler görmek değil, aynı zamanda dünyayı ve insanları anlamak demek. Her yolculuk, başka kültürlerin renklerini, yaşam biçimlerini, düşünce farklarını öğretiyor. Uzak bir ülkenin sokağında yürürken, aslında kendi içimize doğru da bir yolculuk yapıyoruz. Seyahat, sınırlarımızı genişletiyor; kim olduğumuzu, kim olabileceğimizi gösteriyor.
Gelelim çok çalışmaya… Eğer yaptığın işi gerçekten seviyorsan, zamanın nasıl geçtiğini anlamazsın. Üretmek, öğrenmek, yaratmak seni besler. Ama zorunluluktan çalışıyorsan, her sabah kalktığında içinden bir parça eksilir. Çünkü mecburiyet, insanın ömründen çalar.
İnsanın pişmanlıkları çoğu zaman ‘yapmadıkları’ndan oluşur. Söylenmeyen bir söz, gidilmeyen bir yol, sarılmadığın bir insan… Hayatın sonunda hepsi birer sessiz sızıya dönüşür. Oysa pişman olmamak için büyük şeyler yapmak gerekmiyor. Bazen sadece kalbimizin sesini dinlemek, doğru yolu gösterir.
Hayat gerçekten de ‘bir gün’ demek için fazla kısa. O yüzden bugün, sevdiklerimize biraz daha zaman ayıralım, çalışmanın yanında yaşamayı da hatırlayalım, fırsat buldukça yollara düşelim. Çünkü en güzel anılar, çoğu zaman planlamadıklarımızdan doğar.
Hani bir söz vardır ya, ‘Yaptıklarımdan pișman değilim, aklım hala yapamadıklarımda.’
Hayat tam da bu olmalı!