Dünyanın en zengin insanı geçen hafta Londra’nın ortasında düzenlenen çok kalabalık bir göçmen karşıtı mitingde, “Ya karşı koyarsınız ya da ölürsünüz,” derken kalabalıklar, okyanus ötesinden böylesi güçlü bir desteğin gelmesini çılgınca alkışlıyorlardı.
Mitingi düzenleyen Birleşik Krallığın günümüzde bilinen en aşırı sağcı insanı Tommy Robinson, mitinge katılımıyla destek veren de Elon Musk idi.
Tommy Robinson göçmen ve İslam karşıtı fikirleriyle İngiltere’de hep gündeme giren bir aktivist. Aşırı görüşleri nedeniyle 18 ay cezaevinde yattıktan sonra bile ısrarla ülkesinin bataklığa doğru gittiğine iddia eden biri. Kendi yaptığı ve ‘Susturulmuş’ adını verdiği 1,5 saatlik belgeselde göçmenlerin yaptıkları karşısında sesini yükseltmek isteyenlerin bir şekilde susturulduğu fikrini odağa almıştı. Belgesel, Elon Musk öncesi Twitter’da ırkçılıkla suçlandığı için yasaklanmış ama daha Sonra Musk’ın platformu satın almasıyla tekrar yayına konulmuştu. Belgesel, kimi dijital engellere rağmen bugüne kadar 150 milyon kez izlenmiş durumda.
Elon Musk’ın Avrupa’nın en aşırı sağcı insanını desteklemesinin yanında Avrupa Birliği ülkeleri arasında en ırkçı parti olarak görülen Alman AfD partisine de büyük destek vermeye devam ediyor.
Musk AfD’yi, kimi diğer Avrupalı aşırı sağcı partileri gördüğü gibi, geleneksel partilerin başarısızlığına karşı ‘değişim’ olarak görüyor. AfD’nin göçmen karşıtı ırkçı politikalarının Nazi dönemlerini hatırlatmasını ise görmezden gelmesi kendisi için bir başka sorunlu alan olmalı.
Musk, Trump'ın başkanlık yarışındaki kampanyasına 270 milyon dolardan fazla bağış yapmış, Trump'ın zafer kazanmasının ardından kamu kurumlarından binlerce kişinin işten çıkarılmasında büyük payı olan Hükümet Verimliliği Departmanı'nın başına geçirilmişti. Ancak, Trump'ın ‘harika’ olarak nitelendirdiği, Musk’ın ise aksine, ‘akıl almaz’ olarak nitelendirdiği yeni vergi yasası, ikilinin dostluklarının sonlanmasına neden olmuştu.
Musk bu ‘boşanmadan’ sonra iyice aşırı sağ partilere yönelecek, Avrupa’da yükselen ve iktidar olmaya yakın bu partilere okyanus ötesinden büyük destek vermeye başlayacaktı.
***
Avrupa’nın II.Dünya Savaşı sonrası yaşadığı parlak ve zenginlik dolu hayatının sonuna gelmesi küreselleşme ile başlamıştı. Üstüne 2008’deki yaşanan büyük küresel mali kriz, hükümetlerin kamu hizmetleri bütçelerini kısmasına ve halklarının yaşam standartlarını düşürmesine yol açmış, kimi Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde yaşanan siyasal kaos da Avrupa'ya kitlesel bir mülteci akımına yol açmıştı.
Bu nedenlerden dolayı, işlerini ve geleceklerini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalan AB halklarının önemli bir kısmı son 15-20 yıldır çareyi, göçmen karşıtı politikaları savunan aşırı sağ partilere yönelmekte aramakta. Aşırı sağ partilerin yükselmesi, ‘ekonomik felaketten’ sorumlu olarak görülen merkez partilerin erimesine neden olurken, hem sağda hem solda popülist politikalara prim veren partiler ve liderler ortaya çıkmış durumda. Zemin kaybeden ve erimekte olduklarını hisseden orta sınıflar, statükocu partileri yok ederken aşırı sağcı veya popülist solcu partileri göklere çıkarmış durumda…
Avrupa tarihinde ilk kez, kıtanın en büyük üç ekonomisine sahip olan Fransa, Almanya ve İngiltere’de aşırı sağ partiler bugün aynı anda birinci parti olmuş durumdalar.
Le Pen liderliğindeki Fransız Ulusal Cephe Partisi, ülkenin 2027'deki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, anketlerde sürekli olarak önde gidiyor. Onları şimdilik iktidardan uzaklaştıran iki turlu seçim sitemi. İkinci turda tüm o parti karşıtları birleşip iktidarı vermiyorlar. Ancak bunun önümüzdeki ilk seçimlerde tekrar gerçekleşmesi gittikçe zorlaşıyor.
Trump'ın müttefiki ve dostu Nigel Farage liderliğindeki Britanya'nın Reform UK'si ise nisan ayından bu yana çoğu ankette zirvede yer alıyor. Üstelik İngiltere’de birinci olan parti parlamentonun yüzde 70-80’ine sahip olabiliyor.
Aynı şekilde Alman aşırı sağcı parti Afd özellikle eski Doğu Almanya topraklarında uzak ara birinci parti durumunda.
Ancak Avrupalı aşırı sağcı partilerde, AfD hariç, son yıllarda gözle görülür bir şekilde ılımlılaşma hatta yumuşama belirtileri var. Nedeni açık. İktidara gelmek için makul çizgiye yaklaşmaları gerek.
Fransa’daki Ulusal Cephe bu değişimin önderliğini yapıyor ve gün geçtikçe daha çok oy topluyor. İngiltere’de Nigel Farage’ın kendi düşünce dünyasına yakın olan Tommy Robinson’un mitingine katılmaması da ılımlılaşma göstergesi gibi duruyor.
Bu değişimin en önemli kanıtı ise İtalya. Aşırı sağcı parti lideri Giorgia Meloni 2022’de iktidara geldiğinde ülkenin liberal kesiminde büyük panik vardı.
Post-faşist siyasete dayanan, ülke içinde kültür savaşları ve Avrupa Birliği'nde ekonomik kriz başlatabilecek başbakandan endişe ediyorlardı. Ancak göreve geldiğinden beri Meloni pragmatik olduğunu kanıtladı. Yasadışı göç konusunda kararlıydı ama yabancı düşmanı değildi. Taşıyıcı anneliği kısıtlamaya çalışmanın ötesinde bir kültür savaşı başlatmadı. Mali disipline bağlı kaldı, Rusya’ya karşı Ukrayna’yı destekledi ve AB ile açık bir çatışmadan kaçındı.
Meloni, iktidardayken benzerlerine örnek olabilecek bir makuliyet rotası çizen ilk aşırı sağcı lider olarak tarihe geçmiş durumda şimdilik.
Bu liderler iktidara gelmek için ılımlılaşmak zorunda, tıpkı Meloni gibi.
Ancak tüm Avrupa’da artık göçmen politikalarının eskisi gibi olmayacağı çok açık. Zira Avrupa halkı kendi coğrafyasında hem sosyal hem ekonomik bağlamda azınlığa düşmek istemiyor doğal olarak…
***
Avrupa’nın aşırı sağ partileri, beğenelim, beğenmeyelim eski kıtanın yeni siyasetini şekillendirme yolunda bir bir iktidara yürüyorlar.
Ancak bu yeniliği coğrafyalarına, Musk’ın radikal vizyonundan öte, ılımlı ve makul bir rota tutturabilirlerse yerleştirebilecekler.
Aksi halde, kaos seni bekler ey Avrupa!...