II. Dünya Savaşı’nın bitiminden tam dört yıl sonra ABD Başkanı Harry Truman, yeniden kutuplaşan dünyada, küresel savaşları engellemek amacıyla önemli bir adım atarak, iki dünya savaşında büyük rol oynayan Amerikan Savaş Bakanlığı’nı, ‘Savunma Bakanlığı’na dönüştürerek hasımlarına güçlü bir barış mesajı vermişti.
Oysaki Başkan, bu küçük devrimi gerçekleştirdiğinde, Joseph Stalin’in Sovyetler Birliği’nin nükleer silah kullanma kapasitesini kanıtlamasına 16 gün, Mao Zedong’un Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan etmesine ise iki aydan az bir süre kalmıştı.
Truman’ın bu kararı kendi ülkesi için bir risk taşımakla birlikte asıl amaç yeni bir dünya savaşını önleme adına caydırıcılığı öne çıkarmaktı. Zira, süper güçler arasında çıkabilecek bir savaş, gezegenin sonunu getirebilirdi.
On yıllar boyunca, bir nükleer çatışmayı veya doğrudan süper güç çatışmasını önleme olasılığı en iyi ihtimalle zayıf görünüyordu. Bu nedenle Soğuk Savaş’ın en büyük başarısı, Kore ve Vietnam’daki savaşlara, ardından gelen silahlanma yarışlarına rağmen büyük ölçüde soğuk kalması olacaktı.
Üç süper ülkeyle, kimi az sayıda başka ülkelerin elinde nükleer silahlar olmasına rağmen, dünya bugüne kadar korktuğu nükleer savaşları yaşamadı…
Donald Trump ise başkanlığının ikinci döneminde, dünyadaki kimi bölgesel savaşları bitirmeye çalışıp dünya barışını sağlayacağını iddia ederek Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmesi gerektiğini ifade etmişken, geçen hafta tüm dünyayı şaşkına çeviren bir hamle yaptı. 1949’dan beri ‘Savunma Bakanlığı’ olan kurumun adını büyük savaşlar öncesinde olduğu gibi yeniden ‘Savaş Bakanlığı’ olarak değiştiren başkanlık kararnamesini imzaladı.
Karar henüz Temsilciler Meclisi’nin onayından geçmedi, ancak Trump’ın bu hamlesi, onun tutarsız ve zikzaklı siyaset tarzının yeni bir örneği olarak görülse de, taşıdığı sembolik anlam açısından tüm dünyada derin endişelere yol açtığı söylenebilir.
Savaşları bitireceğini söyleyen bir liderin Savaş Bakanlığı kurması, barışçıl bir lider imajını da yok ediyor. Bu karar, onun dış politikada hem izolasyonist hem de müdahaleci stratejiler ile ilgili çelişkili yaklaşımını yansıtıyor aslında.
Savaş Bakanlığı’nın kurulmasını, halihazırda en çok savunma bakanı olan Pete Hegseth’in büyük bir inançla desteklediği görülüyor.
Hegseth, kararın imzalandığı gün şöyle demiş:
“Biz I. ve II. Dünya Savaşlarını Savunma Bakanlığı ile değil, Savaş Bakanlığı ile kazandık. Artık yalnızca savunmada değil, hücumda da ilerleyeceğiz. Sadece savunmacılar değil, savaşçılar da yetiştireceğiz.”
Böylelikle ABD, Trump döneminde ‘yumuşak güç’ stratejisinden ‘sert güç’ stratejisine geçmiş oluyor.
ABD yönetiminin böylesi milliyetçi bir saldırganlık konumuna girme görüntüsü, sembolik bir güç gösterisi ve popülist tabanına hitap etme çabası olarak mı okunmalı, yoksa gerçekten de Trump’ın, ticareti ve barışı önceleyen siyasi çizgisini terk edip saldırgan bir dış politikaya yönelme işareti olarak mı görülmeli, bunu zaman gösterecek.
Söz konusu hamle, iç politikada tabanını konsolide etmeyi amaçlasa da uluslararası alanda müttefiklerinin ve düşmanlarının tepkisini çekebilir. Örneğin bu hamlenin, Rusya ve Çin’in, ABD’nin savaş yanlısı olduğu geleneksel anlatısına hizmet edeceğini öngörmek pek mümkün. Ayrıca ABD karşıtlığında kimi otoriter ülkelerin ellerine koz vereceği de ileri sürülebilir.
Trump’ın, ‘yumuşak güç, gerçek güç değildir’ yaklaşımı özellikle Napolyon’un yönetim şekliyle benzerlik gösterse de, nükleer çağda savaş yanlısı olmanın veya görünmenin, dünyanın selameti için hiç de iyi sonuçlar doğurmayacağı da çok açık.
***
Pew Araştırma Merkezi’ne göre, Ağustos 2025 itibariyle Trump’ın başkanlık performansına onay oranı yüzde 38 seviyesinde. Yüzde 60 ise onaylamıyor. Onay oranı, Şubat 2025’te yüzde 47 idi. Kendi partisinin seçmenlerinde ise onay oranı yüzde 85. Bu rakam Şubat 2025’te yüzde 95 idi. Bağımsız seçmenlerde onay durumu ise yüzde 29 gibi çok düşük seviyelerde.
Görüldüğü üzere Trump gittikçe destek kaybediyor ama bunu hiç önemsemiyor. Proaktif bir sistemle çalışmaya devam ediyor. Bir ay önce söylediğinin tersini söylediğinde, gelecek eleştirilere set çekmek için başka bir önemli konuda ani adım atıp yeni bir gündem yaratarak, muhalefetin dikkatini başka yere çekiyor. Demokratlarda lider eksikliği olması nedeniyle de muhalefeti yapmak kimi basın organlarına düşüyor. Ancak Trump da bu muhalif basını, ‘fake news – yalan haber’ üreticisi olarak damgalayarak kendi tabanına güçlü mesajlar vermeyi sürdürüyor.
Donald Trump, 21. yüzyılın en ayrıksı, en tartışılır lideri olmuş durumda. Post truth dönemine uygun biçimde, yerleşik kurallara, teamüllere aykırı olarak ileri sürdüğü fikirlerin, attığı adımların, uygulamaya koyacağı kararların nelere mal olacağını öngörmek mümkün değil.
Zira gerçeğin iyice bulanıklaştığı bir dönemdir söz konusu olan….
Bakalım, ‘Savaş Bakanlığı’ projesi ise dünyaya neler getirecek.