Sınırlarda boğulmak

Selin BARLAS Köşe Yazısı
25 Eylül 2025 Perşembe

Herkesin dilinde Sykes-Picot, sınır hassasiyetleri üzerine münazaralar, açıklamalar ve yazılar okuyorum…

Hudutlar üzerine romantize edilmiş meşhur sözler aklıma geliyor…

39. ABD Başkanı Jimmy Carter’ın “Bizi ayıran sınırlar ister çitler olsun ister ulusal sınırlar, hepimiz küresel bir toplumda komşuyuz” ve yine 44. ABD Başkanı Barack Obama’nın “Bizi sınırlarımız değil bağlarımız tanımlar” ifadeleri sadece aklıma ilk gelenler…

Aslında mevzu her ne kadar içinde insanî unsurlar barındırsa dahi devletlerin ve sermayenin çıkarları her daim üstün gelir ve geliyor…

Mevzuya geri dönelim ve sorumuzu soralım; “Neden hâlâ Sykes-Picot Anlaşmasının gölgesinde yaşıyoruz?”

Bugün Ortadoğu'da Sykes-Picot Anlaşması'na duyulan belirgin öfkenin başlıca iki nedeni var.

Bu kısmen iki emperyal gücün Ortadoğu'yu bölüşmesiyle ilgili olsa da, aynı zamanda İngilizlerin o dönemde Araplara vaat ettiklerinin de bir yansıması.

İngilizler, padişahların cihadının gücünü azaltmak için, Hz. Muhammed'in soyundan geldiğini iddia eden Mekke hükümdarı Şerif Hüseyin'e yaklaşmak için kurnazca bir plan yapmıştı.

Hüseyin, Osmanlı'nın Mekke'deki planlarından zaten emin değildi ve savaşın erken aşamasından itibaren İngilizlerle gizli yazışmalar yürütüyordu.

1915’in ortalarında Hüseyin, savaştan sonra bir Arap imparatorluğunun kurulması konusunda büyük taleplerde bulundu.

İngilizler başlangıçta onu görmezden gelmeye meyilliydi, ancak sonra onun aslında bu geniş Arap milliyetçileri ağında kilit bir oyuncu olduğu ve ona istediğini vermelerinin iyi olacağı yönünde istihbarat aldılar.

Bu, Sykes ve Picot anlaşmaya varmadan hemen önce, İngilizlerin Hüseyin’e çok büyük bir teklifte bulunduğu anlamına geliyordu: Hüseyin, bugünkü Ortadoğu'yu (Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün ve o zamanki Filistin toprakları) kapsayan ve Arap Yarımadası'na kadar uzanan topraklara sahip olabilirdi.

Osmanlılara karşı bir isyan başlatırsa, ödülü bu olacaktı.

İsyan 1916'da başladı ve ardından sönmeye başladı. İşte tam bu noktada Arabistanlı Lawrence devreye girdi.

Lawrence koyu bir Fransız karşıtıydı ve isyanın diğer bir avantajının, eğer başarılı olursa, Fransa'nın Lübnan ve Suriye'de istediği toprakları elinden alması ve Süveyş Kanalı'ndan uzak durması olduğunu görebiliyordu. Büyük resme bakan emperyalist bir düşünce yapısına sahipti.

Lawrence, Sykes ile Mayıs 1917'de tanıştı. Sykes planını açıkladı ve Lawrence dehşete düştü çünkü Araplara savaştan sonra ne yapacaklarını anlatmakla meşguldü. Sykes'ın Picot ile kurduğu plan ise bu durumu tamamen gölgede bırakıyordu…

Lawrence, savaştan önce Ortadoğu'da çok seyahat etmişti ve bir şarlatanı gördüğünde anlayacak kadar insan sarrafıydı. Sykes'ın da böyle bir adam olduğunu, iyi konuştuğunu düşünüyordu; ama aslında ne yaptığını bilmiyordu!

Lawrence, savaş bitmeden Arapları Şam'a götürmeyi kendine görev edindi.

1918'in sonuna gelindiğinde Arap isyanları oldukça başarılı olmuştu. Araplar, Allenby'nin Filistin'deki ordusuyla birlikte Türkleri Kudüs'ten kovmuş ve Şam'ı ele geçirmeyi başarmışlardı.

Lawrence, Şam'ı ele geçirme çabalarında başarılı olmasaydı, İngilizlerin kötü niyetinin boyutu muhtemelen bu kadar belirgin olmayacaktı. Bunun yerine, İngilizler savaşın sonunda iki sözden hangisini tutacaklarına karar vermek zorunda kaldı: Fransızlara verdikleri söz mü, yoksa Araplara verdikleri söz mü tutulacaktı…

Artık bildiğimiz gibi, Fransızlara verilen sözü tuttular. Savaşın hemen ardından İngiltere Başbakanı David Lloyd George, Fransa Başbakanı Clemenceau ile Sykes-Picot Anlaşması'ndaki iki sorunu çözen bir anlaşma yapmayı başardı.

Bu sorunlar Filistin ve Kuzey Irak çevresindeki toprak meseleleriydi. İngilizler, Kuzey Irak topraklarında petrol olduğunu anlamış ve bu da durumu daha karmaşık hale getirmişti. Ayrıca, Sykes tarafından tasarlanan Akka-Kerkük Hattının bu petrolün bulunduğu yerin güneyinden geçtiğini ve hattı acilen değiştirmeleri gerektiğini de fark etmişlerdi.

Lloyd George, savaşın sonunda Clemenceau ile tanıştı. Clemenceau, Alsace-Lorraine'i geri almak için İngiliz desteğine acilen ihtiyaç duyuyordu. Lloyd George bu zayıflığı değerlendirerek şöyle dedi: 

"O zaman Filistin ve Musul'u istiyorum" dedi; Clemenceau da, "Onları alabilirsin" dedi.

Bu, günümüz Irak sınırlarını gayet güzel açıklıyor. Suriye, Musul'a kadar uzanmıyor, bunun yerine Irak sınırı kuzeye doğru Musul'u da içine alacak şekilde kesiliyor.

Sykes-Picot Hattı, özünde hâlâ İsrail'i Lübnan, Ürdün ve Suriye'den, ardından da Suriye'yi İran'dan ayıran hat olsa da, gerçek sınırlar 1920'lerde İngiliz ve Fransız araştırmacılar tarafından çizilmişti.

Hat fikri ve kabaca yönü büyük ölçüde aynı kaldı. Suriye'nin Ürdün ve Irak ile sınırı konusunda Sykes'ın amaçladığıyla neredeyse halen birebir aynı. Suriye'nin Ürdün ve Irak’la olan düz sınırı ise Sykes Hattı'dır. Diğer yerlerde ise farklıdır.

Şimdi bir soru daha soralım…

IŞİD, Sykes-Picot Hattındaki sınır tabelalarını neden imha etti?

Dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, IŞİD'in buldozerle geçtiği sınır bölgesinin aslında orijinal Sykes-Picot Hattı üzerinde olmamasıdır. Bu hattın kuzeyinde, yani Fransa'nın Kuzey Irak'ı Britanya'ya vermesinden sonra oluşturulan sınırda yer alması ilginç bir detay.

Ancak asıl mesele aynı: Sykes-Picot, Batı'nın kötü niyetinin güçlü bir sembolü çünkü Araplara verilen sözü hatırlıyorlar. Bunun ne kadar yankı bulduğundan emin değilim o da ayrı bir konu…

Bence asıl mesele, Batı müdahalesinin veya dış müdahalenin bir sembolü olması ve bu nedenle IŞİD, hatta öncesinde Usame Bin Ladin'in konuyu bu kadar çok kullanmaya çalışmasının sebebi bu.

Ortadoğu'daki birçok insanın bu devletlerin Avrupalılar tarafından icat edildiğini düşündüğü doğru ve bu muhtemelen Afrika'da düz çizgilerle çevrili bir düzine devlet için de geçerli şüphesiz…

Bence bunların farklı olduğunu söylerken oldukça dikkatli olmalıyız çünkü nihayetinde tüm sınırlar yaratılmıştır. Ancak buradaki birçok sınır açık çölleri aşıyor ve insanlara ve fikirlere karşı oldukça geçirgen; hatta tüm bölge çok eskiden beri insanlara ve fikirlere karşı geçirgenliğini sürdürmüştür…

Ortadoğu’da, zamanın başlangıcından beri insanlar, doğudan ve batıdan gelen güçler, Körfez'den İpek Yolları'na ve Akdeniz'e kadar uzanan bu yolları kontrol etmeye çalışarak mücadele ediyor. Bugün yaşadıklarımız tamamıyla bu güç savaşının mirası…

Sykes ve Picot'nun 1916'da yapmaya çalıştığı buydu; bölgeyi kontrol etme savaşının yakın zamanda bitmeyeceği ve bu anlaşmanın sayısız insanın hayatını ve bölgenin istikrarsızlığın lanetli bir teminatı olarak üzerimize kaldığını görmek zor değil…

“Sınırlar bir halkı yaratmaz, insanlar sınırları yaratır” sözünü kim söylemişti hatırlamıyorum… 

Ama çok sevdiğim bir söz…

Kendi yarattığımız sınırlar yüzünden nefes alamadığımız bir dünyada yaşamak zorundayız…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün