Birkaç yıl önce eşimle birlikte gittiğimiz bir seyahatte, yeni tanıştığımız bir çiftle zaman zaman konuşma fırsatımız olmuştu. Bu birlikte geçireceğimiz birkaç gün içinde, yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak, kısacası keyif almak varken, o çiftin her konuya olumsuz yaklaşımları doğrusu canımı sıkmıştı. Bir ara bunu kendilerine anlatmaya çalıştığımda, uzun zamandır çok sıkıldıklarını, böyle bir ortamdan uzaklaşmak için yola çıktıklarını söylemişlerdi. Oysaki yaşamış oldukları olumsuzluklardan kaçmak bir yana, onları da beraberinde taşımışlardı. Zorunlu birliktelikler dışında, seyahat süresince onlarla bir araya gelmemeye çalıştığımı söylemeliyim.
Jamal Mahjoub’un, Cinlerle Yolculuk kitabında okumuştum: Danca’da bir atasözü varmış: “İnsan nereye giderse gitsin, dertlerini de yanında götürür. Buna nisse denir, şeytana benzer bir yaratık.” “Cin gibi mi?” sorusu üzerine, “Söylemek istediği, insanın kafasını kurcalayan şeylerden aslında kaçamayacağı. Ne kadar uzağa giderse gitsin, onları da yanında taşıyacağıdır. İnsanın canını sıkan şeyler içindedir. Onlardan asla kaçamaz.” Yazarın sözünü ettiği bu atasözü, aslında tüm geleneklerde, farklı sözcüklerle de olsa benzer bir içerikle yer alıyor. İnsan sıkıntılarını yanında götürdüğü sürece, gideceği yerin hiçbir önemi kalmıyor!
Montaigne’in Yalnızlık başlıklı denemesinde okumuştum: “Sokrates’e birisi için ‘Seyahat onu hiç değiştirmedi’ demişler. ‘Çok doğal, çünkü kendisini de beraberinde götürmüştür’, demiş.”
Seyahatler, kendimizi olduğu kadar alışkanlıklarımızı da değiştirmek için güzel bir neden olabilir, ancak buna inandığımız, istediğimiz sürece… Yoksa yola çıktığımızdaki gibi, benzer olumsuzluklarla geriye dönmemiz olasıdır.
Alışkanlıklarımız derken… Yurt dışına seyahat eden çok kişiden duydum, gittikleri ülkelerde buldukları Türk lokantalarını anlatıyorlardı. Bilmem, yeni deneyimler peşinde olmayacak, yeni tatlara hiç açık olmayacaksak, yolculuğun, yorgunluğun, para harcamanın ne gereği var ki? Dar çevremizde nasılsa geçinip gidiyoruz. Oysaki yaşadığımız her deneyim bizi mutlu etmese de, bilgi dağarcığımızı geliştiriyor, değişik kültür ve gelenekleri tanıyor, dünyaya farklı gözlerle bakabiliyoruz.
Nitekim Fransız yazar Marcel Proust da gerçek keşif yolculuğunun, yeni görünümler arayarak değil, yeni gözler edinerek yapıldığını söyler.
Benim rahat koltuğumda yaptığım yolculuklar vardır: Öyle ki, okumaya başladığım her kitap, bir keşif yolculuğudur; ülkeleri, insanları ve yaşayışlarıyla… Kapaklarını açmadan başlayan belirsizlikler, okumak için beni kışkırtırken, sayfalar boyunca kahramanlarıyla güler, hüzünlenir, heyecanlanırım. Kitap bittiğinde, kimileri bir anda belleğimden uçup gider, kimilerinin izleri de hiç silinmez. Ama şunu biliyorum ki, yeni keşif yolculukları için beni sürekli sıkıştırırlar. Bedenim hiç yol almasa da, her kitapla birlikte aklım sürekli yolculuktadır.
Yaşam boyunca her tür yolculuğa açık olmamız gerektiğini düşünüyorum. Hele özellikle “kendimden kendime” olursa!..