Mayıs ayında dört gün boyunca, iki nükleer rakip, dünya nüfusunun beşte birini etkileyebilecek felaket boyutunda bir tırmanışın eşiğine geldi. O anlarda sorulan soru şuydu: Bu kez gerçekten nükleer savaş mı çıkacak?
Hindistan–Pakistan çatışmasının kökleri, 1947’deki bölünmeye kadar gidiyor. Arada ateşkesler, inişler çıkışlar olsa da gerilim hiç eksik olmadı. Son tırmanış 22 Nisan’da, Keşmir’in Hindistan kontrolündeki kısmında bir silahlı saldırganın 26 turisti öldürmesiyle başladı. Hindistan saldırganın Pakistan destekli bir gruba bağlı olduğunu savundu, İslamabad ise parmağı olmadığını söyledi. İki hafta sonra taraflar füze atışlarına girişti ve bu, 1999 Kargil Savaşı’ndan sonraki en ciddi kriz olarak kayda geçti. 11 Mayıs’ta ABD Başkanı Donald Trump ateşkes sağlandığını duyurdu. Aradan üç ay geçti, ateşkes sürüyor ama tansiyon hâlâ yüksek.
Bu tablo, Pakistan’a hiç beklemediği bir fırsat sundu. Çünkü aynı dönemde Washington ile Yeni Delhi arasında rüzgâr tersine dönmüş, Trump gümrük tarifeleriyle Hindistan’ı kızdırmıştı. İslamabad ise bu gerginlikten yararlanarak Amerika’ya yakınlaşmaya başladı.
Oysa ABD–Pakistan ilişkileri uzun süredir sorunluydu. 2011’de Usame Bin Ladin’in Pakistan topraklarında, Pakistan ordusuna ait bir askerî akademiye çok yakın bir yerde öldürülmesi ilişkileri sarstı. ABD, Pakistan’ın Bin Ladin’i ya bilerek sakladığını ya da istihbarat zayıflığı yaşadığını ima etti. 2017’de Trump, Pakistan’ı teröristlere güvenli liman sağlamakla suçladı. 2022’de Biden, ülkeyi “dünyanın en tehlikeli” yerlerinden biri diye tanımladı. Bu sert açıklamalar, ilişkileri adeta kopma noktasına getirdi.
Ama işte siyaset böyle. Üç ay gibi kısa bir sürede kartlar yeniden dağıtılabiliyor. Pakistan Başbakanı Shehbaz Şerif, mayıs ayındaki ateşkes görüşmelerinde ABD’nin rol oynadığını açıkladı. Hindistan ise bunu yalanladı. Haziranda Pakistan Genelkurmay Başkanı Asım Münir, Trump ile Beyaz Saray’da baş başa öğle yemeği yedi. Masada terörle mücadele vardı. Ardından temmuz ayında taraflar ticaret anlaşması imzaladı. Hatta ABD’li şirketlerin Pakistan’ın güneybatısındaki bakır ve altın rezervlerine yatırım yapması için madencilik görüşmeleri başladı.
Hindistan–ABD ilişkileri ise tam ters yönde ilerliyor. Modi ve Trump’ın arası basına yansıdığı kadarıyla hayli gergin. Trump, Hindistan’ın Rusya’dan petrol alımını “Amerika’ya karşı kasıtlı bir hareket” olarak görüyor ve yüzde 50’lik gümrük vergisiyle tehdit ediyor. Oysa Hindistan için Rusya vazgeçilmez; hem enerji kaynağı hem de silah tedarikçisi.
Bugün Hindistan ordusundaki silahların neredeyse yarısı hâlâ Rus yapımı. Bu bağ 60 yılda oluştu. Sovyet döneminde başladı, Rusya devraldı. ABD ise uzun süre seyirci kaldı, ancak Çin’in yükselişiyle son 20 yılda Hindistan’a stratejik ortaklık eli uzattı. Yapay zekâdan savunma teknolojilerine, Hint-Pasifik’te güvenlikten ticarete kadar iş birliği alanları genişledi. Ama Trump’ın baskıcı tavrı Hindistan’ı sürekli olarak köşeye sıkıştırıyor.
Şu soru kaçınılmaz: Pakistan’ın Çin ile “demir gibi” ittifakı varken, ABD neden ona bu kadar hoşgörü gösteriyor da Hindistan’a göstermiyor? Belki de rakibin eline geçmiş bir ülkeyi ticaretle yanına çekmek tarafsız olarak duran bir ülkeyi yanına çekmekten daha önemli. Trump önce zoru başarmaya çalışıyor gibi. Ancak Pakistan’ın sınırları bence çok net. Pekin ile Washington arasında gerçek bir yakınlaşma olmadığı sürece, Çin–Pakistan ortaklığı hep Amerika’nın karşısında bir engel olarak kalacak.
Hindistan’a gelince, ABD’nin bakışı çok net. Hindistan ile Çin’in yapısal olarak kalıcı dost olmaları pek mümkün değil. Washington bu yüzden Hindistan’ı uzun vadede kendi safına çekebileceğine inanıyor. Ama bir yandan da Hindistan’ın bağımsız dış politika geleneğinin de farkında. İşte ABD için asıl sınav, Hindistan’ın bu ‘bağımsızlık çizgisini’ bozmadan onu yanında tutabilmek.
Asya’ya dengeler hızla değişebilir. ABD için Hindistan da Pakistan da vazgeçilmez, ama aynı anda ikisini eşit ölçüde memnun etmek neredeyse imkânsız. Bugün görünen tablo şu: Trump, Hindistan’a karşı baskıyı artırırken Pakistan’a alan açıyor. Pakistan üzerinden elde edilen kazançlar kısa vadeli, Hindistan ile kurulacak ortaklık ise kalıcı olabilir. Fakat orta vadede Çin faktörü, bu denklemin en belirleyici unsuru olmaya devam edecek.