“Duygu dedektifliği: İlişkilerde şifre kırma sanatı”

Zehra ÇENGİL Köşe Yazısı
13 Ağustos 2025 Çarşamba

Bazı erkekler var ki… Onlar için duygular, kasanın içinde saklanan aile yadigârı gibi. Anahtar sende değil, şifreyi de asla söylemiyorlar. O zaman ne oluyor? Kendimizi, kapalı devre çalışan bir güvenlik kamerasının karşısında, “Acaba şu an mutlu mu? Yoksa bana trip mi atıyor? Yoksa sadece uykusuz mu?” diye kod çözmeye çalışırken buluyoruz.

İşte bu noktada kadınlar, istemeden birer duygu dedektifine dönüşüyor. Günlük rutinin arasında akıl yürütme, ipucu toplama, jest-mimik analizi… Sonra bakmışsın, bir ilişkiden çok bir ‘soğuk vaka’ soruşturmasının içindesin.

Oysa ilişki dediğimiz şey, şifre kırma oyunu değil, paylaşım demek. Hislerini saklamak, duygularını filtrelemek, “Belli etmezsem güçlü görünürüm” zannetmek… Bunlar belki iş dünyasında işe yarar ama aşk dünyasında en çok duvar örer. Ve o duvarların ardında ne kadar sevgi, ne kadar kırgınlık ya da ne kadar yalnızlık var bilemeyiz.

Kapalı kutu partnerle yaşamak, insanın kendi özgüvenine de zarar verir. Çünkü sürekli “Acaba ben ne yaptım?” diye düşünürken, olayın bazen seninle hiç ilgisi olmadığını çok sonra fark edersin. Oysa basit bir cümle –“Bugün işte zor bir gündü, kafam yorgun”– hem seni rahatlatır hem de bağınızı güçlendirir.

Belki de en sağlıklı ilişki, birbirinin içini okumaya çalışmak yerine, içini açabilmekten geçiyor. Hislerini söylemek, karşı tarafı yük altına sokmaz; aksine, o yükü bölüştürür. Çünkü bazen “Ben iyiyim” demek yerine “Şu an biraz kırgınım” demek, aşkın ömrünü uzatır.

Pembe pantolonla ringe çıkmak!

Son haftalarda büyük keyifle izlediğim yapımlardan biri de ‘Modern Kadın. Başarılı oyuncu İrem Sak’ın hem başrolüne can verdiği hem de kaleme aldığı müthiş tespitlerle izleyicilere seyir keyfi sunduğu maceralarla dolu bir hikaye. Gelin ‘modern kadın’ diye tabir edilen hemcinslerimizin hayatına birlikte bir göz atalım:

Şehirde yaşıyorsun, çalışıyorsun, kendi ayakların üzerinde duruyorsun… Bu kulağa çok havalı geliyor, biliyorum. Ama işin mutfağında kahve soğumadan gelen kriz mailleri, ay sonunu getirme hesapları ve bazen kendi evinde bile “yanlış anlaşılma” riskleri var. Modern kadın dediğimiz o güçlü profil, işte bu inişli çıkışlı günlük hikâyelerden çıkıyor.

Bir yaştan sonra hâlâ bekârsan, çevrende otomatik olarak ‘acilen evlendirilmeli’ planları yapılmaya başlanıyor. Ne giydiğin, kiminle görüştüğün, akşam kaçta döndüğün bile birer aile meclisi gündemine dönüşebiliyor. Evinde yalnız yaşıyorsan ise, kapını çalan her misafirin bakışında istemeden bir ‘acaba?’ sorusu okunuyor.

Bir de çağımızın parlak görünümlü ama karanlık oyunlarından biri hayatımıza son hızla dahil oldu: love-bombing. Karşı taraftan başta öyle iltifatlar, öyle jestler geliyor ki… “Bu sefer tamam” diyorsun. Ama işin rengi kısa sürede değişiyor; o aşırı ilgi, garanti görülmeye başlandıktan sonra kayboluyor ve kalan tek şey, yine bir yığın anı ve koca bir hayal kırıklığı oluyor.

İş dünyasına gelirsek… Ayakta kalmak artık sadece çalışkanlıkla olmuyor. Bazen piranalarla dolu bir akvaryumda yüzüyormuşsun gibi hissettiriyor. Tatlı gülümsemeler, zekice cevaplar ve gerektiğinde biraz yırtıcı refleksler… Yani kısacası hem nazik hem de savaşçı olmayı öğreniyorsun. Çünkü aksi hâlde, en iyi ihtimalle dekor bitkisine dönüşme tehliken var.

Tüm bunların ortasında modern kadının duygusal dengesi bazen bozuluyor, bazen de tam ayarına oturuyor. Dışarıdan bakıldığında ‘güçlü kadın’ etiketi görünüyor; ama içeride, zaman zaman kalbi çırpınan, zaman zaman da kahkahayla kendini toparlayan biri var. Ve belki de onu gerçek kılan tam olarak bu iniş çıkışlar.

Bu şehir arenasında pembe pantolonla koşturan kadın, gerektiğinde pirana gibi dişli, gerektiğinde ise kendine sarılacak kadar kırılgan… Ama her seferinde gülmeyi, ayağa kalkmayı ve inadına yeniden denemeyi biliyor. Tam da bu yüzden, Pınar’ın ve tüm modern kadınların hikâyesi hepimize iyi geliyor.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün