Hikâyeler, tüm insanlık tarihi boyunca önemli bir yere sahip olmuşlardır. Bunları yalnızca belirgin bir olayı aktarmak, eğlendirmek, açıklamak için anlatmıyoruz. Asıl amacımız sözlerimizi güçlendirmek, anlaşılmamıza katkı sağlamak ve daha önemlisi dinleyenleri düşünmeye yönelterek kendilerine bir pay çıkarmalarına yardımcı olmaktır. Paganların mitolojik söylenceleri bir yana, tek Tanrılı dinlerle birlikte, Doğu kökenli inançların birçoğu hikâyeler aracılığıyla öğretilerini yaymaya çalışmışlar, onların iletileriyle insanları etkilemişlerdir. Bizim için önemli olan bu hikâyelerin gerçek olup olmadıkları değil, “kıssadan hisse” onların bize ne söylemek istedikleridir. Yoksa bir bilim insanının yalnızca kanıtlanmış deneysel sonuçlarına göre bu hikâyelere yaklaşacak olursak, tüm inançları yadsımamız gerekeceğini düşünüyorum. Oysaki bunlarla ilgili sezgisel, düşünsel ve çağrışımlara açık görüşlerimiz, inançlarımızı zedelemediği gibi daha zengin yorumlar katmamızı sağlıyorlar.
İnancımız ne olursa olsun, Kutsal kitapta yer alan bu olaydan, günümüze uyarlayarak kendimizce dersler çıkarabiliriz.
Benin üstünde durmak istediğim, geçmişteki bu öykünün bende çağrıştırdıklarıdır. Tarih boyunca dünyanın farklı yörelerinde Altın Buzağı’nın bir şekilde hayatımızda yer aldığını düşünüyorum. Bu kimi zaman bir insan şeklinde görünmüş, kimi zaman aranılan bir marka olmuş, kimi zaman para ve onunla ifade edilen maddesel değerlere dönüşmüş, kimi zaman da vazgeçemediğimiz bir nesne olarak karşımıza çıkmış. Bitmeyen tutkularımızı, süren alışkanlıklarımızı, büyüttüğümüz korkuları bu simgeler aracılığıyla koruduk, geliştirdik. Onlar hayatımızın birer parçası oldu, yaşam düzeyimizi, inançlarımızı şekillendirdi.
Bunların yanında Altın Buzağı sabırsızlığı simgelemektedir. İsrailoğulları’nın, Sina Dağı eteklerinde Musa’yı bekleyememeleri gibi… Nitekim İtalyan yazar Susanna Tamaro, Var Olan Ada başlıklı denemesinde şöyle diyor: “Gemiyi doğru rotaya sokabilmek için sabır gereklidir, çünkü sabrı yitirmek, beklemeyi becerememek Altın Buzağı çevresinde dans etmeye başlamak anlamına gelir; önce onun yapay ışığıyla gözlerimiz kamaşır ama sonra bitkin biçimde ayakları dibine yığılırız.”
Bu simgeye bilgisizlik, cehalet, başkaldırı, inançsızlık, güvensizlik gibi daha birçok kavram yanında, her birimiz kendi yaşam görüşümüze, bilgimize, birikimimize göre de farklı anlamlar yükleyebiliriz.
Sanırım önemli olan Altın Buzağı’yı yalnızca bir simge olarak yorumlayıp onu hayatımızın odak noktası haline getirmemektir.