Fransa’nın üçüncü büyük şehri olan Lyon iki özelliği ile bilinir. Birincisi 213 dile çevrilen, dünyanın en çok satan dördüncü kitabı olan ‘Le Petit Prince’in (Küçük Prens) yazarı Antoine de Saint Exupery’nin (1900-1944) doğum yeridir. Şehrin uluslararası havaalanı yazarın adını taşır.
İkincisi Lyon gastronominin babası sayılan, restoranlarının kalitesi ve mutfağa yenilikçi yaklaşımları ile tanınan ünlü şef Paul Bocuse’ün (Paul François Pierre Bocuse/ 1926-2018) yaşadığı şehirdir. Bocuse ‘Yeni Mutfak Hareketi’nin önemli bir temsilcisi olarak kabul edildi. Gerçi kendisi bunu farklı nitelendirerek, “Sözde yeni mutfak diye adlandırılan bir şey varsa, o tabakta az, hesapta çok demektir” diyerek hareketi bir ‘şaka’ olarak kabul etmiştir.
Bocuse yeni trendleri benimsemediyse de klasik yemeğin büyük ustasıydı. Aile geleneğini bozmayarak 16 yaşında aşçılığa başlayan Bocuse, iki kez ‘Legion d’honneur’ nişanına layık görüldü.
Yakınlarının, ‘Bay Paul’ olarak hitap ettiği Bocuse ‘yıldız şef’ kavramını yaratan kişiydi.
Lyon sokaklarında dolaşırken, kimi cafelerde Bocuse’ün yalın ama çok anlamlı kısa özdeyişlerinin çerçeve içinde duvarda asılı olduğunu gördüm. En sevdiklerimden biri, ‘Klasik veya modern, sadece tek bir mutfak vardır… İyi olanı!’
↔↔↔
Antoine de Saint Exupery ile Paul Bocuse’ü aynı dönemde yaşamış biri yazar, pilot ve şair, diğeri gastronominin efsanevi değeri olduğu için yazmadım.
Her ikisinin başarı ölçüsü, belki de ortak paydası; kişi doğruyu yüreğiyle görebildiği zaman değer ölçülerinin arttığıdır.
↔↔↔
II. Dünya Savaşı’nda Fransız Hava Kuvvetleri’nde pilot olan Saint Exupery bir uçak kazası geçirir ve günlerce çölde kurtarılmayı bekler. Bu süreçte düş görmeye başlar. Ve rüyasında başka bir gezegenden gelen küçük bir çocukla, ‘Küçük Prens’le karşılaşır. Masalsı bir öykü olan Küçük Prens yaşamı sorgulayan felsefesiyle büyükler tarafından anlaşılmama endişesi taşır.
Yazar, hayal gücünü kullanarak kurguladığı hikâyesiyle hem çocuklara yetişkinliğe hazırlanmayı anlatırken, hem de büyüklere ‘nasıl daha iyi bir yetişkin olunur?’ sorusunun cevabını vermeyi başarır.
1943 yılında yayınlanan kitap dünya genelinde milyonlarca sattı. Kitap, okuyucularını farklı bir bakış açısıyla dünyayı görmeye davet eder.
↔↔↔
Peki, biz hangi gezegendeyiz?
Neyi biliyor, neyi görüyoruz? Veya neyi bilmiyor, dolayısıyla umursamıyoruz.
Çeşitli vesilelerle Şalom okurlarına toplumumuzun değişen çerçevesini dile getirdim. Kaybolmakta olan cemaatlerden değiliz. Ne yazık ki bilgisizlikten kaynaklanan ilgisizliğin bedeli ağır.
Şalom okurlarının -en azından bir bölümü- ilkokuldan lise sona kadar 125 öğrencinin yol, kurs, ders, yemek dâhil olmak üzere okutulduğunu (Öğrencilere Yardım Derneği); 350-400 aileye yakıt, gıda, kira yardımı yapıldığını, bayramlarda ve Şabat’ta geleneklere özgü yemekler hazırlandığını (Matan Baseter); Barınyurt’ta 65 yaşlıya bakıldığının bilincinde…
Fazlası var, eksiği yok. Büyük bir çoğunluk ise söz konusu olaylardan habersiz.
Bilenler bilmeyenlere anlatsın. Çok klişe bir cümle. Ama başka bir yol bilmiyorum.
Sağlıkla kalın.