CEO'ların yeni patronu: Trump

Hayati MOLİNAS Köşe Yazısı
6 Ağustos 2025 Çarşamba

ABD Başkanı Donald Trump, yalnızca siyasi arenada değil, özel sektör üzerinde kurduğu baskıyla da kendine özgü bir liderlik tarzı sergiliyor.

İkinci başkanlık döneminin başından itibaren CEO’lara şirketlerin nasıl yönetilmesi gerektiğine dair açık ve doğrudan talimatlar vermeye başladı. Klasik yönetim anlayışının dışına çıkarak mikro müdahalelerle şirket stratejilerini şekillendiriyor. Artık şirketlerin hangi ürünleri üreteceğine, üretimi nerede yapacağına ve kimi işe alıp almayacağına kadar birçok konuda son sözü Trump söylüyor.

Aslında bunun sinyallerini ilk döneminde vermişti. Örneğin otomotiv devi GM’nin bazı fabrikaları kapatma kararına sert tepki göstermiş, CEO’yu kamuoyu önünde hedef almış ve vergi teşviklerini iptal etmekle tehdit etmişti. Sonuçta GM, Trump’ı yatıştırmak için bazı üretimlerini kaydırmayı ve iş gücü planlarını yeniden gözden geçirmeyi gündeme aldı.

Bu yaklaşım yeni dönemde daha da belirginleşti. Amazon’un kurucusu Jeff Bezos’un sahibi olduğu Washington Post’u “Trump karşıtı haberler yapmakla” suçladı ve Amazon’u hedefe koydu. ABD Posta Servisi’nin Amazon’a verdiği indirimli kargo anlaşmalarını iptal etmekle, hatta antitröst soruşturmalarıyla tehdit etti. Amazon da sonunda diz çökmek zorunda kaldı.

Ardından Apple’a yüklendi. Apple ürünlerinin Çin’de üretilmesine karşı çıkarak üretimi ABD’ye taşımaları için gümrük vergisi kozunu kullandı. Apple, bazı montaj süreçlerini Teksas’a taşıdı ama tedarik zincirinde köklü bir değişiklik yapamadı. Trump ile Apple arasındaki hesaplaşma henüz bitmedi.

Sonrasında sıra dünya içecek devine geldi. Coca-Cola’ya mısır şurubu yerine “gerçek şeker” kullanmasını önererek ürün formülasyonuna doğrudan müdahale etti. Evet, mısır şurubu obezite ve diyabetle ilişkilendirildiği için tüketici gözünde kötü bir imaja sahip olabilir. Ama bu hamlenin yalnızca tüketicinin sağlığını korumak için yapıldığını düşünmek biraz safça olur.

ABD’de şeker kamışı üreticileri güçlü bir lobiye sahip. Bu üreticilerin çoğu Trump’ın yoğun destek aldığı Florida, Louisiana ve Ortabatı eyaletlerinde faaliyet gösteriyor. Trump’ın amacı şeker kamışı kullanımını artırarak yerli üreticilere yol açmak. Böylece bu eyaletlerde oylarını da sağlamlaştırmış oluyor.

Trump’ın baskı yaptığı şirketler bu kadarla sınırlı değil. Harley-Davidson, Ford, Toyota, Google, Boeing ve F-35 üreticisi Lockheed Martin bunlardan bazıları. İlginç bir örnek de Nordstrom: Kızı Ivanka Trump’ın markasını raflardan kaldırdığı için şirketi kamuoyu önünde sert şekilde eleştirdi.

ABD’deki tablo, klasik serbest piyasa ekonomisi anlayışıyla ciddi biçimde çelişiyor. Kapitalizmin temelinde şirketlerin bağımsız karar alabilmesi ve devletin sınırlı müdahalesi vardır. Ancak Trump, bu sınırları zorlayan bir yaklaşım benimsiyor. Bugün pek çok kişi “Bu hâlâ kapitalizm mi?” sorusunu sormaya başladı.

Bu yeni gerçeklikte CEO’lar artık yalnızca hissedarlarının beklentilerini ve uzun vadeli stratejik hedeflerini değil, siyasi liderlerin kısa vadeli ve çoğu zaman popülist taleplerini de yönetmek zorunda kalıyor. Yani artık yalnızca finansal performans yetmiyor; politik denge de büyük önem taşıyor. Bu durum, şirketler için yeni bir iş yapma biçimi anlamına geliyor.

Trump’ın CEO’lara yaklaşımı aslında sadece bir siyasi strateji değil, aynı zamanda bir liderlik modeli. Bu şekilde liderler, halkın gözünde güçlü birer ‘koruyucu’ figür olarak konumlaniyor. Küreselleşmenin yarattığı ekonomik belirsizlikler karşısında seçmenler, karmaşık ekonomik mekanizmalar yerine doğrudan müdahale eden bir lideri tercih ediyor.

Bu tür liderler, kitlelere “sizin çıkarınızı koruyorum” mesajını sürekli vermek zorunda. Ulusal çıkar ve ekonomik milliyetçilik söylemiyle oylarını konsolide etmeye çalışıyorlar. Gücü merkezileştirip bağımsız ekonomik aktörleri sınırlandırmak onlar için kritik bir yöntem haline geliyor.

İnsanlığın geldiği nokta düşünüldüğünde, girişim özgürlüğünü tamamen yok eden merkeziyetçi ekonomik modellere dönüş büyük ihtimalle refahı azaltır. Ancak kapitalizmin bugünkü haliyle de bizi ileriye taşıyacak bir düzen olmadığını artık hepimiz görüyoruz. Asıl mesele, bu sistemi insanlığın gelişimine uygun şekilde yeniden tasarlamak.

Bu dönüşüm sürecinde, ‘’İnsanlık nereye gidiyor? Sistemi nasıl yeniden kurgulamalıyız?” gibi temel ve derin soruları cesaretle sorabilen vizyoner liderlere ihtiyaç var. Ancak ne yazık ki, günümüzde popülist liderler bu derinlikten yoksun; onlar çoğunlukla kısa vadeli halk desteğini artırmaya odaklanıyor.

Kapitalizmin dönüşümü kaçınılmaz. Ya bu sistemi insanlığın ortak yararına doğru evriltiriz ya da krizlerle yıpranmış bir düzenin enkazı altında kalırız. Tercih bizim.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün