Amerika ve göç

Hayati MOLİNAS Köşe Yazısı
23 Temmuz 2025 Çarşamba

Amerika hep “göçmenlerin ülkesi” olarak anlatılır. Hatta bu cümleyi o kadar çok duyarız ki, sanki başka bir gerçeği yokmuş gibi gelir. Evet, ABD farklı yerlerden gelen insanlarla kuruldu ancak bu göç süreci her zaman herkese açık, adil ya da eşit olmadı.

1600’lerden itibaren Avrupa’dan insanlar akın akın Amerika’ya gelmeye başladı. İngilizler, Hollandalılar, Almanlar, İrlandalılar... Göç o dönem serbestti. Ama aynı zamanda, yaklaşık 12 milyon Afrikalı zorla, köle olarak getirildi. Yani göç sadece umutla gelenlerin değil, zorla getirilenlerin de hikâyesiydi.

Zamanla işler değişti. 1880’lerden itibaren göç ırka göre sınırlanmaya başladı. Çinli ve Japon işçilere yasaklar geldi, Asya’dan gelenlerin önü kesildi. 1952’de kota sistemi kuruldu. Kuzey Avrupa’dan gelenlere öncelik verilirken, Güney ve Doğu Avrupa’dan gelenlere çok daha az kontenjan ayrıldı.

Sonra bu ırk ve etnik temelli yasaklar kaldırıldı. 1965’te ayrı kalmış ailelerin birleşmesine ve nitelikli iş gücüne öncelik veren yeni bir sistem getirildi. Böylece Latin Amerika, Asya ve Afrika’dan çok daha fazla insan Amerika’ya göç etmeye başladı. 1970 sonrası Amerika, etnik olarak çok daha renkli ve çeşitli bir yapıya kavuştu. Ama bu çeşitlilik, siyasi tartışmaları da beraberinde getirdi.

Amerika’nın göç politikalarında, Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında temel farklılıklar var. Cumhuriyetçiler göç meselesine daha çok güvenlik, egemenlik ve kültürel tehdit penceresinden bakıyor. Sınırları kapatalım, ülkenin düzeni bozulmasın diyorlar. Demokratlar ise göçü daha çok çeşitlilik, insan hakları ve ekonomik büyümenin bir aracı olarak görüyor.

Bu politik yaklaşımlar göçmenlerin hukuki statülerine de doğrudan yansıyor. Bugün ABD’de yaklaşık 15 milyon belgesiz göçmen yaşıyor. Demokratlar bu kişilere bir şekilde vatandaşlık hakkı tanınması gerektiğini savunuyor. Cumhuriyetçiler ise, Demokratlar sınırları gevşetiyor çünkü belgesiz göçmenlere ileride vatandaşlık verecek ve kendilerine oy kazandıracaklar diye düşünüyor.

Gerçekten de birinci ve ikinci nesil göçmen seçmenlerin büyük kısmı Demokratlara oy veriyor. Demokratlar, bugüne kadar göçmen haklarını savunurken ahlaki, sosyal ve ekonomik argümanlara dayandılar. Ancak bu duruşun seçimlerde avantaj sağladığını gördükçe sınırları gevşettiler ve göçmenlere yönelik vatandaşlık odaklı politikalar sergilediler.

Bu durum, seçim dönemlerinde Cumhuriyetçilerin sıkça dile getirdiği bir başka tartışmayı da körüklüyor: “Vatandaş olmayan milyonlarca kişi oy kullanıyor” iddiası. Oysa bu yönde somut bir veri yok. Üstelik vatandaş olmayan birinin oy kullanması ciddi bir suç ve sınır dışı edilmeyle sonuçlanabiliyor. Bu tür söylemler çoğunlukla seçmen korkularını tetiklemek ve kutuplaşmayı artırmak için kullanılıyor.

İlginçtir ki, Trump’ın şu sıralar göçmenlere yönelik toplu sınır dışı planı ve cadı avı kampanyası, halkın büyük kesiminde ters tepmiş gibi görünüyor. Yeni bir ankete göre Amerikalıların yüzde 79’u göçün ülke için iyi olduğunu düşünüyor. Göçün azaltılmasını isteyenlerin oranı ise geçen yıla göre yüzde 55’ten yüzde 30’a düşmüş. Yani sokaktaki Amerikalı, yönetimdeki siyasetçiden daha ılımlı bir noktada.

Belgesiz göçmenler, Amerika için hem insani hem ekonomik hem de siyasi bir mesele. Pek çoğu uzun yıllardır ülkede yaşıyor, çalışıyor, vergi ödüyor, çocuk büyütüyor. Ancak hukuki statüleri olmadığı için adeta ‘gölge’ vatandaşlar. Trump’ın “hepsini sınır dışı edeceğim” söylemi ise uygulanabilir değil. Hem çok maliyetli, hem de yıllar sürecek bir operasyon. Üstelik bu durum, iş gücünde ciddi kayıplara ve birçok sektörde krize yol açabilir.

Belki de yapılması gereken şu olabilir: On yıldan fazla süredir ülkede yaşayan ve sabıka kaydı bulunmayan kişilere yasal statü tanımak ve onları vatandaşlık sürecine dahil etmek. Bu arada da sınır güvenliğini güçlendirerek yasa dışı geçişleri ciddi şekilde engellemek. Trump bu dengeyi kurabilirse, ara seçimlerde göçmenlerden çok oy alabilir.

Gönül isterdi ki göç meselesi hiçbir zaman siyasi çıkarların oyuncağı olmasın ve böylesine küresel bir kriz hâline dönüşmesin. Doğal afetler, yoksulluk ve savaş gibi nedenlerle yerinden edilen insanlar, dünya üzerinde daha adil bir biçimde paylaşılsaydı, bu insanlık adına büyük bir iyilik olurdu.

Ne var ki, bu düşüncenin uygulanabilirliği bugünün dünya düzeniyle çelişiyor.  Dünya döndükçe insanlık ilerledi, ama göçmenlere sıra geldiğinde, hâlâ aynı yerde sayıyor.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün