Her şey bir anda oldu. Bir anda olmadı belki ama bana öyle geldi. Öyle hissettirdi. Çünkü her şey neredeyse kendiliğinden oldu. Bunun da ötesinde her şey bana rağmen oldu desem yeridir. Ben son dakikaya kadar frene bastım. Ama fren boşalmıştı, yol yine de yüründü.
Açıklayayım.
Haziran ayının bir gününde birdenbire aklıma düştü. Yazın sıcağına doğru dolu dizgin gidiyoruz. İstanbul’da yaz zor. Denizi sevenler için, hele yatağından denize düşmeyi sevenler için daha zor. Üstelik annem gibi belli bir yaşın üzerindeyseniz, fazlaca güneşe maruz kalmamak istiyorsanız ancak yüzmeyi de çok seviyorsanız hepten zor. Sabahın erken saatlerinde çok da akıntı olmayan bir yerlerde denize girmek, üç tarafı denizle çevrili İstanbul’da oldukça zor. Bir son dakika araştırması ile kendimizi temmuz başında annemin de kendimin de çocukluğunu geçirdiğimiz Çeşme’de plaja ulaşımı olan tüm ayımızın her sabahını yüzerek geçireceğimiz bir yazlık evde bulduk.
Gelir gelmez de normalde Bodrum’da olması beklenen, İstanbul’da sabah kahve ritüelimde tanıştığım değerli sanatçı Nihan Yardımcı Çetinkaya’nın mesajı telefonuma düştü. “Ben de Çeşme’deyim. Hadi bir kahve ritüeli de burada yapalım.” Tabi ki ikiletmedim. Meğerse, bir hayalin gerçekleşmesini hızlandırmaya destek olmak için o günlerde Çeşme’de imiş kendisi. Çünkü böyle bir insan Nihan. Sizin bir yola koyulduğunuzu görmüşse, o yolu hızlandırıcı bir etkisi var. İmkanlarını, bağlantılarını, yüreğini bu yola katan birisi. O bir hızlandırıcı. Peki neydi bu hayal? Hayal, Nihan’ın çocukluk arkadaşı Kezban Canpolat’ın hayali idi. Hayat yolculuğunda çocuklarını büyüttükten sonra yeniden iş hayatına dönmek ve topluma faydalı bir şey yapabilmek isteyen Kezo’nun hayali... Alaçatı’da 250 yıllık metruk bir binadaydı gözü. Burası eski ve terkedilmiş bir yağhane idi. Burayı almış, bir otel, sanat galerisi ve etkinlik kompleksi olarak mükemmel ve etkileyici bir özenle restore etmişti. Öncelikle sanat galerisi neredeyse açılmaya hazırlanmıştı. Her zaman olduğu gibi son dakika işleri sürüncemelere takılınca motivasyonlar da Çeşme’nin sıcağında düşmeye başlamıştı.
Ne oldu dersiniz? Canım Nihan, o hızlandırıcı kadın, olaya el koydu. Bir hafta içinde eserlerini İstanbul’dan Çeşme’ye getirtti. Tablolar duvarlara asıldı. Son dakika eksiklikleri tamamlandı. Ve Yaahane bir cumartesi akşamı Nihan’ın retrospektif sergisi, Nihan ve yine rutinlerden dostumuz değerli psikiyatrist Alper Hasanoğlu’nun sohbetiyle açıldı.
Bu arada bir şey daha oluyordu. Nihan, Yaahane’de bir Ayrık Otu söyleşisi ve imzası yapmamı istiyordu. Çeşme’de geçen yıl zaten böyle bir sohbet yapmıştık. Kim katılacaktı ki tekrar böyle bir sohbete? Hem zaten ilk baskının kitapları neredeyse tükenmişti. Yayınevinde pek kitap kalmamıştı. Kendileri de tatildeydi. Nasıl olacaktı ki kitapsız bir Ayrıkotu sohbeti? Olmaz dedim. Nihan “olur olur” dedi. Bu arada kendisi Bodrum’a dönmüştü. Derken bir son dakika işi için Nihan acilen İstanbul’a gitti. Benim evimde 20 kadar kitap vardı. Yedek anahtarım da bir komşumdaydı. Nihan üşenmedi, evime gitti, anahtarı teslim aldı, kitapları buldu, arabasına yükledi, anahtarı da iade etti. Önce Bodrum’a gitti. Oradan Çeşme’ye kendi sergisinin açılışına geldi. Kitaplar da benim gıyabımda Ege’de böylece dolaşarak Çeşme’ye geldiler.
Bu sohbet gerçek mi olacaktı? Ama ben ne konuşacaktım şimdi? Zaten kafam ikinci kitabın içeriği ile daha doluydu. Sohbete kim gelecekti? Hangi konuda düşünüyor olacaklardı? Hangi cevaplar doğru yüreklere gitmek isteyecekti? O kadar bilmiyordum ki! Neredeyse Instagram paylaşımım dışında kimseye duyurmamıştım. Hatta bu yüzden bana kızanlar bile oldu. Oysa Yaahane hazırlanıyordu. Meğer başkaları da hazırlanıyormuş bu sırada bu sohbete. Kitaplar, tiyatro oyunları ve müzikallerle renklenen değerli farkındalık projelerine imza atan İstanbul’dan İzmirli arkadaşım Suada Congar da yazını geçirmek için Çeşme’ye gelmişti. Ayrık otunun içsel yolculuğu kitabımı henüz okumamıştı. Her şeyin bir zamanı vardır deriz ya. O zaman bu zamanmış. Kitabı okudu ve bir anda aklıma gelen soruyu ona sordum: “Moderatörüm olur musun?” Olurmuş. Planlanan sohbet gününe neredeyse gelmiştik. Gelen gelecek, Suada gerekli çıpaları atacak, sohbet kendini geliştirecekti. Bu benim açımdan yeterli idi. Bir kişinin ruhuna dokunsam, yazarken fark ettiğim hallerin biri bile bir kişinin yüreğine dokunsa, bir gülümsemeye sebebiyet verse… Bu benim için zaten en değerli hediyeydi.
Ama hediye bundan da büyükmüş meğer. Gencecik Sare Esra Kurtuluş bir gün önce Yaahane’nin kapısından girmiş, kitabı görmüş ve “ben bu kitabı defalarca okudum. Bu kitap sanki benim için yazılmış. Ben bu kitabın yazarına bir hediye vermek istiyorum” diyerek Kezo ile anlaşmış. Sohbet günü DJ setiyle bir deniz kızı misali kapıdan girdi. Akşama harika müzikleriyle ve varlığıyla enerji kattı. Anlattı. Kendi hikayesini anlattı. Kezo da anlattı. Başka ‘ayrık otları’ da anlattı. Kitap okurla buluştukça kendi ayrık otu dünyasında kendini yalnız sanan ben bu ülkede birbirinden bağımsız adalar gibi yaşayan ne kadar çok ayrık otu olduğunu fark ettim. Bu sefer onlar anlattı, ben dinledim. Ayrık otunun içsel yolculuğu yazarının kendine yolculuğu idi başlangıçta. Sorgulamaları, farkındalıkları bir anlamda hayatı ve kendini anlama çabasının sonucuydu. Ama bu yazar bu kitabı yazarken bilmeden farklı sebeplerle bu hayatta sınanan ne çok insana, ailelerine, -dikkat eksikliği olanlara ve diğerlerine- iyi geldiğini duydu, dinledi.
Hep söylüyorum yazmak benim var oluş halim. Kendimi bildim bileli anlamak için yazdım. Bir anlamda yazmak bu varoluşta bana verilmiş bir hediyeydi. Ve her hediye gibi sorumluluğuyla geliyordu. Sorumluluk yazdıklarımı paylaşmaktı. Yazmak ve paylaşmaktı. Paylaştıkça bütünün hayrına sunmaktı. Hediye sorumluluğu ile bütünleştiğinde yol kendiliğinden açılıyordu. Orada korkuya, endişeye, tereddütlere yer yoktu. Orada cesarete de yer yoktu. Orada frene basmak anlamsızdı. Hediyeni kabul edip yürümek gerekiyordu. Ayrık otu olma hali de bir hediyeydi. Ve onun sorumluluğu da ayrık otluğunu yaşamak, ayrık otluğuna sahip çıkmak idi. Dünyayı ayrık otları geliştiriyor, düzeltiyor, güzelleştiriyordu.
O yüzden kök salmış bir ayrık otu olarak henüz toprağa yeni düşmüş ayrık otlarına bir tavsiyem var:
“Ayrık otluğun sana sunulmuş bir hediye. Sen ayrık otluğuna sahip çık. Sahip çık ve yolunda yürü. Sen yolunda yürüdükçe hem yol önünde kendiliğinden açılacak hem yolda kendi hızlandırıcılarınla karşılaşacaksın. O yüzden korkuda durmak yerine, heyecanlarınla yürü”