Bu yazımı, Bakü’nün bulutlu ve nemli bir yaz gününde noktalıyorum. Aslında yazıya, Esenboğa Havaalanında son şeklini vermeye çalıştım; ancak anlatım ve yazım yönünden birkaç noktayı daha eklemem gerekiyordu ve nihayetinde, Bakü’ye vardığımda son noktayı koydum. Zamanlama ve konu seçimi açısından da oldukça manidar bir yazı olduğuna inanıyorum. Herkese, güzel Bakü’müzden selamlarımı iletiyorum ve Türk-Azerbaycan-İsrail üçgeninde yaşananları değerlendirdiğim ve ilgi çekeceğine inandığım yazıma, okuru bol olsun dileklerimle başlayalım.
İbrahim Anlaşmaları Bölge İçin Kırılma Noktasıydı
2020’de İsrail ve Körfez ülkeleri arasında imza edilen İbrahim Anlaşmaları’nı takiben Ortadoğu coğrafyası hızlıca kabuk değiştirmeye başlamaktaydı. Değişim içindeki bir diğer coğrafya da yine aynı yıl içinde patlak veren Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Karabağ Savaşı’nın neticesinde Kafkasya’ydı. Kahraman Azerbaycan Ordusunun, Ermeni işgal güçleri karşısında aldığı başarı, Ermenistan başta olmak üzere Rusya ve İran açısından da bir sürprizdi. Türkiye ve Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğindeki dış politika yapım sürecini yürüten Hariciyemiz, Kafkasya’dan Orta Doğu’ya kadar uzanan coğrafyadaki bu hızlı değişimi iyi okuyacaklar ve Türkiye’nin gerek Körfez, gerek Mısır ve gerekse İsrail’le ilişkilerini normalleştireceklerdir. Öyle ki 2022’de İsrail Devlet Başkanı Herzog, Ankara’nın resmi davetlisi olarak Türkiye’yi ziyaret edecektir. Hatta, Herzog’un ziyaretinden bir yıl sonra İsrail Başbakanı Netanyahu, New York’taki Türk Evi’nde Erdoğan’la bir araya gelecektir.
İlham Aliyev’in Türkiye-İsrail Normalleşmesindeki Rolü
Tam da bu süreçte Türkiye, tüm samimiyetiyle ‘Yeni Ortadoğu’nun dinamikleri arasında ulusal çıkarları gereği konumlanmasını titizlikle devam ettirecektir. Dikkat edilirse bu noktada, Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesi hususunda, Azerbaycan hızlıca devreye girecek ve İlham Aliyev’in Erdoğan’la yakın dostlukları, Türkiye-İsrail ilişkilerinin İbrahim Anlaşmaları’ndan sonra normalleşmesinde büyük rol oynayacaktır. Gerçekten de bu noktada Sayın Aliyev’in, Sayın Cumhurbaşkanımızla İsrail’le ilişkilerin normalleşmesine dair çabaları dikkate değerdir. Ancak, 7 Ekim 2023’teki Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı saldırılara, İsrail’in o çok iyi bildiğimiz devlet psikolojisinde yatan ‘saldırıya misliyle cevap verme’ ve sivil hayatların durumundan ziyade, sahada üstünlük sağlamaya yönelik stratejisinden ötürü, Ankara-Tel Aviv arasındaki ilişkiler çökme noktasına gelecektir.
7 Ekim Saldırıları İsrail’in İşine Yaradı
7 Ekim 2023’ten itibaren başlayan sürecin, tartışmasız şu ana kadar özellikle sahada İsrail’in işine yaradığı görülüyor. İsrail, Gazze’yi üçe bölmesinin yanı sıra Hamas’ın Gazze’deki etkisini kırdı. Güney Lübnan’da Hizbullah tehdidini ortadan kaldırdı. İran’ın, Suriye’nin kuzeyindeki vekil savaşları diskalifiye edildi. İran kendi içine kapandı. Netanyahu’nun aşırı sağcı kabinesi, tüm enerjisini İran’a verebilmek için hemen hemen son iki yıldır öncelikle yakın periferideki tehditleri elimine etmeye yönelik politikalar güttü. Son İsrail-İran çatışmasında da bunu gördük. Ancak, İsrail ve Netanyahu’nun çılgın iktidarı, bu noktada bir şeyi atlamış görünüyor. Sovyetler çöktükten sonra Kafkasya’nın 3 küçük Cumhuriyetinden olan Azerbaycan’a, İsrail’in o günden bugüne verdiği askeri, ekonomik ve istihbari destek aslında, II. Karabağ Savaşı’yla zirveye ulaşmıştı. Bu bağlamda, İsrail’in Azerbaycan’la ilişkileri, Türkiye ile ilişki seviyesi ile doğru orantılıydı.
‘Türkiye-Azerbaycan-İsrail İttifakı’nın Karşısında Duracak Güç Yok
Merhum Haydar Aliyev döneminden İlham Aliyev’e dek Bakü-Tel Aviv arasındaki ilişkiler ve Bakü‘nün Yahudi diasporasından aldığı her türlü destek, Azerbaycan’ın sadece bölgesinde değil; küreselinde de elini güçlendirmekteydi. İbrahim Anlaşmaları’nın imza edildiği 15 Eylül 2020’den Hamas-İsrail çatışmasının ortaya çıktığı 7 Ekim 2023’e kadar, olası bir ‘Türkiye-Azerbaycan-İsrail İttifakı’ üç ülkenin de bölgede birbirlerine ‘en çok yaklaştığı ve en olurundaki’ konjonktüründeydi. Şunu açıkça ifade etmeliyim ki söz konusu bu ittifak gerçekleş(ebil)seydi eğer, bu üçlünün karşısında bölgede duracak herhangi bir güç mümkün değildi. Bu ittifakın ortak çıkarlarının buluştuğu bölgeler arasında Kafkasya’nın olduğu çok açık, II. Karabağ Savaşı’nda bunu bir kez daha gördük. Savaş boyunca Erivan’a yardımlar, Rusya ve İran tarafından gerçekleşirken; Bakü’ye güçlü destek, Türkiye ve İsrail tarafından sağlandı.
Akdeniz Ortadoğu’sundan Kafkaslara Ortak Çıkar Alanları…
Türkiye-Azerbaycan-İsrail ittifakının bölgedeki jeopolitik etki yayılımı düşünüldüğünde, karşımıza şöyle bir manzara çıkmaktadır: Akdeniz Ortadoğu’sundan Kafkaslar ve Hazar’a kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kapsadığı ve bu coğrafya içinde Akdeniz doğal gazından Hazar petrolüne ve oradan Türkiye’mizin çok önemsediği ‘Kalkınma Yolu’ ve ‘Orta Koridor’ gibi ekonomik-enerji alanında bağlantısallık projelerinin tam da kesişme noktasında olduğunu belirtmeliyim. Hatta, bu ittifakının etki alanının İsrail’in Kosova’yı tanıması ve Osmanlı’dan günümüze tarihsel olarak Balkan coğrafyasındaki ‘Türk-Yahudi ortak yaşam alanı’na kadar uzandığını da belirtmeliyim. 21. yüzyılın yapay zeka ve sanayi 4.0 çağında, devletlerarası ilişkilerin de evrim geçirdiği ve ‘koridor savaşları’ ile çok kutuplu dünyanın önümüze getirdiği ittifak kurma hedeflerinde, ittifak ya da aynı örgüt içinde her devletin, her konuda konsensüs oluşturması zorunluluğunun ortadan kalktığı bir dönemde, Türkiye-Azerbaycan-İsrail ittifakı bölge için de önemli bir ilerleme olabilirdi.
Düşünmeyi Bilen Netanyahu İçin İbretlik Bir Tablo
Daha birkaç gün önce, Azerbaycan’ın Hankendi şehrindeki Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nda (EİT) bir araya gelen tarafların (Türkiye-Azerbaycan-Pakistan-İran), Netanyahu’nun o çok bilmiş kabinesinin dikkatinden kaçtığını sanmıyorum. Bu ibretlik tabloya bakarak; Akdeniz’de, Türkiye’nin dışında, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan ve Mısır’la ittifak arayışlarının bir işe yaramayacağını Netanyahu’nun anlaması gerekiyordu. Yıllardır söylediğim gibi: “Bölgede Türkiye ve İsrail’in ‘aynı anda bulunmadığı’ hiçbir plan, ittifak ya da oluşumun uzun süre yaşama şansı yoktur.” Peki bundan, Gazze’de elleri kana bulanmış Bibi’nin haberi var mı? Gerek Sayın Cumhurbaşkanımız gerekse Sayın Dışişleri Bakanımız, Netanyahu’nun aşırıcı koalisyonunun, İsrail’i ve İsrail halkının da güvenliğini tehlikeye attığından defaatle söz etmektedirler. Türkiye’nin bu noktada İsrail’den tek ve haklı bir isteği var. Gazze’deki masum sivil halka dokunulmaması, ateşkes şartları ve çatışmasızlık hâlinin genişletilmesi ki bu talep, aylardır Ankara tarafından yüksek perdeden söylenmektedir.
‘Türkiye-Azerbaycan-İsrail İttifakı’ Gerekliliktir
Son not olarak şunu da belirtmeliyim ki Türkiye-Azerbaycan-İsrail ittifakı, bölgede yaşanan son beş yıllık baş döndürücü gelişmelerin sonucu itibarıyla bir gerekliliktir. Peki bu stratejik ittifakı, tümüyle hayata geçirecek ve liderlik vasfına sahip aktörler mevcut mu? Elbette… Erdoğan ve Aliyev… Ancak, Gazze’deki vahşet ve Netanyahu’nun ‘tek tip dış politik perspektifi’ devam ettiği sürece bu durum çok zor görünüyor. Kaldı ki Ankara-Tel Aviv arasındaki ilişkilerde bu derece sınamalar ve durağanlığın yaşandığı son günlerde dahi Türkiye-Azerbaycan-İsrail üçgeninde; enerji, istihbari, diplomatik ilişkiler bir şekilde sürdürülüyorsa eğer, muhtemel bir ittifakın taraf devletlerarasındaki sinerjiye ve bölgeye katkılarını ayrıca düşünmek gerekiyor. Nihayetinde şunu da eklemeliyim ki söz konusu ittifak, bölgede bir ‘karşıt yaratmak’ ya da ‘hasmane tutum’ sergilemek için değil; Hazar ve Kafkaslar’dan başlayarak Suriye sahası ve Akdeniz Ortadoğu’sunun tümü için de etkileyici olduğu kadar, elzem bir gereklilik olarak görülmelidir. Hindistan’ın bile aynı anda hem BRICS hem de QUAD’ın içinde olduğu çok kutupluluk gerçeğinde, kanaatimce, “Türkiye-Azerbaycan-İsrail İttifakı”, bölgesel yönetişim ve uzlaşıya katkı sağlayıp Akdeniz’den Kafkasya’ya kadar olan geniş coğrafyada çatışma fay hatlarının dengelenmesinin de önünü açacaktır.