Yazıma, öncelikle bir teşekkürü tüm içtenliğimle ifade ederek başlamalıyım; ülkemizin değerli azınlık toplulukları arasında yer alan Türk Yahudi cemaatine ait Şalom gazetesinde iki yıldır, şu an okuduğunuz yazı dâhil 29. yazımla sizlerleyim. Kimsenin hakkını yemek istemem; bu konuda açık ve dürüstçe belirtmeliyim ki Şalom’a emek veren, bu gazeteyi her hafta sadece kendi topluluğunun ilgisine değil; tüm Türkiye’ye hazırlayan gazete yönetimi, Netanyahu hükümetini çok sert üslupla eleştirip değerlendirdiğim yazılarımı, tereddüt etmeden yayımlamaktalar; çünkü Şalom’un İsrail-Filistin sorununda tarihin vicdani tarafını da görmezden gelmediğini biliyoruz. Ayrıca, Şalom’un, 1947’den bugüne, Türkiye’nin de değerlerine son derece saygılı ve sadece cemaat sorunlarını değil; ülkenin sorunlarını da kendine dert edinen bir yayın anlayışıyla her hafta okurlarıyla buluşması dikkate değerdir. Şalom, İsrailli ve Filistinliler arasında bir an önce barışın sağlanması, Türkiye’nin her iki taraf arasında aktif arabuluculuk üstlenip bölgedeki barış ve istikrara katkısını öven, her daim önem gören bir yayın anlayışını da yıllardır kendisine görev edindiği çok açık. Türkiye’de yaşayan Yahudi vatandaşlarımız tıpkı İsrail sınırları içerisinde yaşayan ve Filistin sorununda aşırı uçlara savrulmamış Yahudiler gibi, söz konusu sorunda daha fazla kanın akmaması ve acının derinleşmemesi hususunda çok hassas. Bu tespite katılmak için Şalom’un özellikle sadece son 20 yıllık yayınlarına arşivlerden ulaşılabilir. Tüm bunların yanında, ne yazık ki İsrail’de bugün İsrail tarihinin en aşırı sağ yanlısı bir hükümeti var. Bu kabinenin içinde Başbakan Netanyahu, vitrinin önünde gözükse de perde arkasında Maliye ve Savunma Bakanlarına kadar ilginç, bir o kadar da aşırıcılık yanlısı ve İsrail’in ulusal güvenliğini de tehdit eden karakterler olduğu aşikâr.
Acılarımız Üzerine Tarih İnşa Ederken…
7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı saldırıları takiben Netanyahu hükümetinin, süreci nasıl yönettiğine 20 aydır şahidiz. Gazze’de 50 binin üzerinde ölü, 100 binin üzerinde yaralı. İsrail tarafında 1200 ölü, 10 bini aşkın yaralı ve Hamas’ın hâlâ elinde tuttuğu en az 50 rehine… Söylemek istediğim mesajı hiç uzatmadan ve çalıyı dolanmadan ifade edeyim… Ne oldu peki? Yine, acılarımız üzerine tarih inşa ettik. İsrail’deki sağcılara sorsanız “Savaşı önce Hamas başlattı, sonuçları kaçınılmazdı!” diyecekler. Doğru; ancak, sonuçlarının bu şekilde yaşanmaması Hamas’tan ziyade, Netanyahu’nun elindeydi. İsrail, bir ‘savaş makinesi’, bunu hep söylüyorum. Ortadoğu ve dünyanın önemli askeri-teknolojik gücü. Ancak, diğer taraftan, 7 Ekim Savaşı’nda ‘güçlerin orantısızlığı’nın olduğu da bir gerçek. Bunu da İsrail’den önce Hamas’ın düşünmesi gerekiyordu, bu da doğru. Peki, ya Netanyahu’nun ‘çılgın kabinesi’ne ne demeli?
Netanyahu’dan utanç duyuyorum. Siz, Holokost’un acıları üzerine ve yine Holokost’un çocuklarının, torunlarının kurduğu İsrail Devleti’nin uluslararası ahlaki itibarını sıfırladınız. Bir tarafta, çok kıymet verdiğiniz Trump Amerika’sı, diğer tarafta Avrupa ülkeleri ve uzun yıllar sizin bölgede ‘var olma hakkı’nızı Arap ülkelerini de karşısına alma pahasına savunan Türkiye artık, sizin yüzünüzü görmek istemiyor. Netanyahu, savaş hedeflerine ulaşabilir. Gazze’yi tümüyle ilhak edebilir. Hatta, Suriye sahasında da hırçınlaşabilir. Bunun ne önemi var artık? Bir ülkenin uluslararası ahlaki itibarını yitirmesinden de önemli midir? Hele hele bu durum, Avrupa’da yalın ayak gezen, acılar içinde kıvranan, Auschwitz’in buz kesen ayazında ısınmak için minicik ellerini ovuşturan o çocukların kurduğu ve sadece ‘ata toprakları’nda özgürce yaşama isteğindeki İsrail’in yöneticileri tarafından yapılırsa önemli midir tüm bu hoyratça toprak kazanımları? Bugün İsrail, Netanyahu’nun aşırı sağcı kabinesi sayesinde, tarihinde hiç karşılaşmadığı ahlaki ve insani bir sorunla karşı karşıya… İstediğiniz kadar tezlerinizi savunmaya çalışın. Savaşın hiçbir türlüsü sizin davanızı; çocukları ve kadınları bile isteğe açlığa mahkûm etmek ve savaş hali coğrafyasında gıdaya ulaşımı ‘bir savaş ve baskı aracı olarak’ kullanmakla haklı göstermez. 1930’ların Avrupa’sında ekmek kırıntılarına muhtaç bir neslin onurlu geçmişini temsil ediyorsanız, Gazze’de yanı başınızda yaşam mücadelesi veren ve ekmek kırıntılarına muhtaç başka bir neslin çığlıklarını duymazdan gelemezsiniz.
Holokost’un Mirasına Yapılmış En Büyük Hakaret
Netanyahu ve çılgın kabinesi, Gazze’deki korkunç olaylara gösterdikleri politik-askeri eylem süreciyle Holokost’un mirasına yapılmış en büyük hakareti gerçekleştirdiler. İsrail’i geçmişte, sağcı birçok hükümet yönetti. Begin, Şamir, Şaron… Fakat, hiçbir iktidar, kendi mücadelesinde tezlerini bu derece çürütecek şekilde hareket etmemiş ve uluslararası desteğini azaltmamıştı. Kaldı ki İsrail siyasi tarihi; ülkenin geleceği, kurumları ve bölgedeki sürekli mevcudiyetini kendi iktidar endişesi ve hırsıyla özdeşleştiren bu tür bir başbakan da görmemişti. Öyle ki bunu, entelektüel seviyesi gerçekten yüksek, Türkiye’yi, Ortadoğu’yu ve Arapları iyi tanıyan, İsrail Devleti içinde yıllarca tecrübe kazanmış Netanyahu’nun yapması ayrı bir facia bizim için. İsrail’deki ve dünyanın dört bir yanındaki vicdan sahibi Yahudilerin, “Hayır, bu kadarı da fazla, olaylar bu şiddet sarmalına dönmemeliydi. Netanyahu kabinesinin kriz yönetimi, Yahudi değerleri ve Yahudi varlığını da tehdit edecek noktaya geldi” diye düşündüklerini biliyorum. Bu nedenle bugün, Netanyahu’ya yönelik karşıt bir duruş sergilemeniz, sizi antisemit yapmaz. Tam tersi, binlerce yıllık Yahudi değerleri ve İsrail Devleti’nin onlarca yıllık siyasi/diplomatik/toplumsal birikiminin altına son 20 aydır dinamit döşeyen ve akla ziyan açıklamalarda bulunan İsrail’in ‘çok bilmiş’ aşırı sağcı kabinesinin karşısında durmak, tarihin vicdan ve ahlaki tarafında duruşunuzu temsil eder.
Rabin: “Şiddet, İsrail Demokrasisinin Altını Oyuyor”
Söylenecek ve yazılacak çok şey var elbette; ancak 1995’in o uğursuz kasım akşamında suikasta kurban giden Yitshak Rabin’in öldürülmeden sadece birkaç dakika öncesine ait sözlerini hatırlatmak istiyorum: “Şiddet, İsrail demokrasisinin altını oyuyor ve şiddet, reddedilip kınanmalıdır. İsrail Devleti’nin yolu bu değildir. Barış yolu, savaş yoluna tercih edilmelidir.” Tabii şimdi, İsrail’in aşırı sağcı cenahı, Rabin’in bu sözlerine karşı hemen “Bu söz, 30 yıl öncesinin İsrail’i için söylendi, 7 Ekim’den sonra gelişen olaylar ve konjonktür farklı” diye savunmaya geçeceklerdir; ancak, işte tam da bu noktada, acıyı bu kadar tecrübe etmiş bir rejim, Netanyahu ve onun çılgın kabinesinin dümenine girip bu derece amatörce hareket edebilir miydi? Şiddetin şiddeti doğurduğu ve bunun nihayetinde kısır döngüye dönüştüğünden hâlâ ders alınmamışsa eğer, birkaç gün önce iki İsrailli diplomatın öldürülmesi ve dünya üzerinde Yahudilerin yaşam alanlarına artan baskı ve tehditlerin birer işaret fişeği olacağını sez(e)memek öngörüsüzlük değil midir?
Rabin’i Demode Bulup Barak’ın Sözlerine Sığınmak…
Netanyahu bugün, İsrail sınırları içinde yaşayan sadece 9 milyon İsrail vatandaşının değil; diasporada yaşayan 10 milyonu aşkın Yahudi varlığını da olumsuz etkiliyor. Ülkenin rejimi, kurumları, yargısı, tarihi ve diplomatik değerleri yozlaşırken Bibi’ye destek veren seçmenlerin özellikle bu konular ve savrulmalar etrafında düşünmeleri gerekiyor. İsrail’in aşırıcı ve Bibi’ye ‘ölümüne bağlı’ kesimlerini, kendi mahallelerinden olmayan ilginç bir isimle telkin edelim. Ki kendisi bugünlerde Netanyahu’yu çokça eleştiriyor. Ehud Barak… Barak’ın 17 yıl önceki sözleri: “Ortadoğu, ‘zayıf olana merhamet gösterilen bir yer’ değildir. Halkımızı koruma görevimiz var. Bu da saldırılar karşısında yumuşak olmamıza olanak sağlamıyor.” Bugün İsrail sağ cenahı ve aşırıcıları, Rabin’in ifadelerini demode bularak sözlerin, sadece 90’ların ruhunu yansıttığını iddia edip Barak’ın neredeyse Soğuk Savaş zihniyetini özetleyen sözlerine sığınıyorlar…