Jean Jacques Rousseau’nun ‘Yalnız Gezer’in Düşleri’ isimli eseri, başarılan, edinilen şeylerden epey sonra varlığı dinlendirmek için çıkılan yürüyüşleri tahayyül etmemize olanak verir. Yargılar tamamlanmış, elekler asılmıştır. Kitaplar kapanmıştır. Bundan böyle o, ne Rousseau, ne Jean Jacques, ne yandaş, ne karşıt ne de ‘birisi’ olmak zorundadır. Manzarada soluk alıp vermek için yürür.
Çalışmak, birikim yapmak, hiçbir kariyer fırsatını kaçırmamak için hep pusuda beklemek, bir mevkiye göz dikmek, iş yetiştirmek, rakipleri düşünüp endişelenmek. Bunu yap, şunu görmeye git, öbürünü davet et, sosyal ilişkilerdeki baskılar, kültürel modalar, iş yoğunluğu… Her zaman bir şeyler yapmak, peki ya ‘olmak’? Bunu sonraya bırakırız. Çünkü hep daha iyisi, daha acili, daha öncelikli olanı vardır. Var olmak yarına kadar bekleyebilir. Ancak yarın da öbür günün işlerini getirir. Ve buna yaşamak derler. Bu öylesine baskındır ki, boş zamanlarda bile bu takıntılı durumun izleri görülür. Ateş pahası tatiller, sosyal medyada aşırı mutlu görseller, pahalı akşam yemekleri saymakla bitmez. Bu tünelden insan ya melankoliyle ya da ölümle çıkar.
Kurban Bayramı tatili vesilesi ile havalimanları tatili fırsat bilip şehrin keşmekeşinden kaçmaya çalışan kitlelerle doldu. Yeni bir destinasyona daha ‘tik atmak’, “Bu tatilde de şuraya gittik” diyebilme dürtüsüyle çıkılan, gerçekte ne kadar fayda sağladıkları tartışılır keşifleri anlamakta güçlük çekiyorum. Hâlbuki derinlemesine yaşamak, bizim yerimize kimsenin yapamayacağı, başkasına devredemeyeceğimiz anlara bağlıdır. Günümüz insanının aceleci ve telaşlı seyahat hallerinde, var olmaktan ziyade kâr getiren ama fayda getirmeyen bir ruh hali gözlemlemekteyim. Sadece gündelik yaşamın sıkıntısından az da olsa kaçış amacı taşıyan, sizi dönüştürmeyen bir seyahate gerçek anlamda keşif diyebilir miyiz?
***
Musa Albukrek’i kaybettik…
Bazı değerler vardır ki, Türk Yahudi Toplumunu her daim entelektüel kimliği ile yukarı taşır. Girdiğiniz bir ortamda, eğitim aldığınız bir okulda ya da iş yaşamında hemen adını duyarsınız. Öğrencilerinden başlayarak her tanıyan onu minnetle anar.
Musa Albukrek’i tanıdığımda üniversite öğrencisiydim. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde ‘Tıp Terminolojisi’ dersimde hocamızdı. Ailemden ismini duymuş, kısa bir dönemde de olsa öğrencisi olmaktan onur duymuştum. Zaman geçti. Şalom vesilesi ile Musa Ağabeyi ve kardeşi Viktor Albukrek’i tanıma fırsatına eriştim. Hani ne kadar okursanız okuyun kendinizi eksik hissedeceğiniz insanlar olur ya, öyle entelektüel dolu dolu, toplumumuzun hatırı sayılır bir bölümünden birkaç gömlek üstün bir donanıma sahip, ancak feyz alabileceğiniz bir ağabeydi. Maalesef bana teklif ettiği resimli kitap projesini hayata geçiremedik. Hayatının son döneminde de bıkmadan usanmadan gerek çok sevdiği Büyükada’sından dinleyenlere ışık olmaya ve bilgiyi yaymaya devam etti. Yeri doldurulamayacak bir değerdi. Geriye bize sevgili eşi, ailesi ve Viktor Ağabey’i bıraktı.
Musevi Lisesi marşımız öksüz, notalarımız yarım kaldı. Cemaatimiz büyük bir değerini kaybetti.
Yolu ışık olsun!
***
Kafanızı kuma gömmeyin!
1990’lı yıllar… Musevi Lisesi’nin mevcut adresine yeni taşındığı dönemlerdi. Tek tek toplumumuzdan farklı okullarda okuyan öğrencilerin ailelerine hitaben yollanan mektuplarda üzerinde “Kafanızı kuma gömmeyin!” yazılı, üstünde devekuşu çizimli bir zarfla Musevi Lisesi’ne akıl dolu bir davet yapmışlardı. Okulun yeni binasındaki çağdaş eğitimden bahseden mektup o dönem için müthiş bir halkla ilişkiler kampanyasıydı. 13-14 yaşlarındaki halimle, zarfı alıp babama götürmüş, “Baba bir bildikleri vardır belki, bir bakalım mı?” demiştim.
Aradan tam 30 sene geçti. Şimdi Ulus Özel Musevi Lisesi mezunu bir ebeveyn olarak son yazıma hiçbir dönüş yapmayan ve adeta ‘kafayı kuma gömen’ yetkililere sesleniyorum. Çocuklarımızın geleceği her şeyden değerli. Azalıyoruz, tükeniyoruz. Genç ebeveynler olarak konuşmuyor, dinlenmeyeceğimiz endişesiyle çekinip susuyoruz.
Çareyi ya bütçe nedeniyle farklı okullarda ya da çocuklarımıza daha uygun fırsatlar bulma ümidiyle farklı ülkelerde arıyoruz.
Geç olmadan harekete geçme, gençlerimize mevcut şartları zorlayarak burada huzurla çocuklarını büyütecekleri bir iklim yaratma zamanıdır.
Musevi Lisesi’nde okumak, Yahudi olarak kalmak istiyorsak çocuklarımız için bir tercih değil, zorunluluktur. En önemli ve öncelikli gerçek gündemimiz budur.
Tek bir gencimizin bile dışarda kalmadığı, mevcudiyetimizi koruyabildiğimiz günler dileğiyle!