Dehşet heyecanlı, bir o kadar da korkutucu bir deneyimdi. İkisi bir aradaydı. Zira kendimi kaybettiğim, içinde kuruduğum, çürüdüğüm konfor alanımdan on yıl kadar önce çıkıp da bilmediğim yollarda kendimi keşfetmeye başladığım ve yazmayı tekrar odağıma aldığım bilinmezliklerle dolu bu hayat yolculuğunda pek de seslendirmediğim ama dönüp dönüp hazırlandığım bir deneyimdi yaşadığım.
Üniversite yıllarımda yazıyordum. Hatta Şalom’un sanat sayfasından sorumluydum. İçerik üretme, sayfa düzeni, baskı hazırlığı… Tamamı benim sorumluluğumdaydı. Ama gazete sadece altı sayfaydı ve çıtası çok daha düşüktü. Ürettiğim içerik de zaten çoğunlukla yurt dışında yayınlanan dergi ve gazetelerden çevirilerdi. Sonra hayat girdi araya. Ev, evlat, iş derken yazı hayatımdan çıktı. Hayat tepetaklak olup ben ne yapacağımı bilmez bir şekilde ortada kalınca da yazı ve Şalom, Şalom’a yazdığım köşe yazıları kendimi yeniden yaratmamda önemli bir araç oldu. Bir TED sahnesinde konuşmacı olmak da işte o günlerden beri içimde sessiz bir çağrı gibi büyüyordu.
Derken bir cuma akşam üstü Enka Okullarından bir davet aldım. Hemen aynı hafta sonu, pazar akşamı bir Ted-x gençlik konferansları vardı ve bir konuşmacı son dakikada sağlık nedeniyle katılamayacağını bildirince biraz zor durumda kalmışlardı. Boşluğu doldurur muydum? Bilenler bilir Ted konuşmaları oldukça yapılandırılmış konuşmalardır. Uzun hazırlıklar gerekir. Bir buçuk günde, üstelik dolu bir programım varken nasıl hazırlanabilirdim ki? Öte yandan bu benim hayalimi gerçekleştirmem için büyük ve değerli bir fırsattı. Bir de Şafak Pavey gibi, Erol Evgin gibi üstatların, Delimine gibi milyon takipçili bir YouTube içerik üreticisinin ardından konuşacaktım!!! Ben kimdim ki hiç hazırlıksız, insanların karşısına çıkıp 18 dakika konuşacak?
Arayan organizasyonda görevli bir arkadaşımdı ve dedi ki: “Konu zaten sensin. Senin konun. Kendimizi eksik hissettiğimiz alanlar olan farklılıklarımızın altında ezilmek yerine farklılıklarımızın üzerinde yükselebileceğimizin birer örneği olarak” gençlere ilham vermelerini istiyoruz konuşmacılardan.
Bir an düşündüm. Korkumun içinde oturup hayalimin gerçekleşmesine kendim engel mi olacaktım? Yoksa heyecanlarımla bir olup hayalime mi yürüyecektim? İkincisini seçtim. Dalia dedim, “kendine başarısız olma hakkını tanı ve konuşmanı da tam bunların üzerine kur. Başarısız olursan bile başarısız olma hakkını kullanmanın harika bir örneği olursun”. Yine de korkum yüzünden bu gelişmeyi kardeşim bildiğim bir elin parmaklarını geçemeyecek arkadaşım dışında kimselere duyurmadım. Sanki ben duyurmazsam sessiz sedasız geçecek bir durummuş bu durum gibi.
Sonra maraton başladı. Beynimi aldım elime… Neler söylemek istediğime baktım. Ağzımı aldım elime… Kendi kendime… Derken arkadaşıma konuştum durdum. Bir çerçevem vardı… Gençlere vermek istediğim mesajlarım vardı tabi. Ama her provada bambaşka sözler çıkıyordu ağzımdan. Her seferinde başka bir mesaj öne çıkıyordu. Dehşetli bir heyecan her tarafımı sarmıştı. Bir noktada beynim durdu, söz çıkmaz oldu. Müziği açtım kendimi dansa verdim.
***
KONFERANS
Yerde bir ekran vardı. Konuşmacılar metinlerini oraya vermişlerdi. Kimisi kısmen oradan okuyordu… Benim elimde bir metin yoktu. Zaten metinden okumak istemiyordum da. Elimde bir not kağıdı vardı. Tüm organizasyonu kurgulayan liseli gençlerden rica etsem notlarımın fotoğrafını oraya aktarabilir miydik? Aktarabilirmişiz.
SAHNEDE
Kafa mikrofonu takılmış. Sahneye çıkmıştım. Başlangıcımdan emindim. Vurucu, etkileyici olsun istemiştim. Ama o ekranda notlarım yoktu. Ekranda olacağına inandığım için elimde de değildi notlarım. Yoktu notlarım! Beynim bulutlandı. Beynimi yokluyorum: Sanki hiçbir söz yok orada. Bembeyaz kapalı bir kutu! Ama işte ben sahnedeyim! Öğrenciler ve velileri söyleyeceklerimi bekliyor. İlk cümlemi söyledim. “Uçurumda olmak gibi bir hal bu. Uçurumun kenarında…”
Hoparlörden çıkan bu ses benim sesim miydi? Güçlü? Güvenli? Etkileyici? Salonu baştan sona kavrayan bu yaşamaya ve konuşmaya cüret eden kadın sesi gerçekten benim miydi? Kendimi o sese bıraktım. O içimin, özümün sesiydi. Her birimizin içinde olan o bilge insanın sesiydi. İzin verdim. Sesin söyleyeceklerine izin verdim. İzin verdim aksın. Aksın ve anlatsın. Anlatsın. Yaşanmışlıkları, daha doğrusu yaşanmışlıklar üzerine verdiğimiz kararların büyüme çağımızda bizleri nasıl eksik ve ayrık hissettirdiğini, öte yandan bu kararları değiştirmek yoluyla tam da o eksikliklerimizin, farklılıklarımızın, ayrıklıklarımızın üzerinde nasıl yükselebildiğimizi anlatsın. Vermek istediği mesajları versin, beni anlatsın ve bir yol açsın benden bize, biz olmaya bir yol açsın. Ses aktı, aktı, aktı, çağladı. Uçurumun hazzı beni sarmaladı. Benden çıktı dinleyiciyi sarmaladı. Daha da ötesinde sahne, konuşan, dinleyen sanki bir oldu. Konuşan ben miydim? Yoksa ben dinleyendim de bütün marifet mikrofonda mıydı?
MERAKLISINA NOT:
BU bir gençlik konferansı olduğu için organizasyon kayıt almadı. Ama bizim korsan kaydımızı izlemek isterseniz link: https://daliamaya.com/2025/05/28/dalia-maya-konusma/