Dokumanın ritminde: Arachne'den Fırat Neziroğlu'na uzayan bir ip

“Dokuma, sadece iplerin birbirine geçmesi değil, aynı zamanda zamanın, emeğin ve niyetin de ilmek ilmek örülmesidir.” Belkıs Balpınar

Dalia MAYA Köşe Yazısı Sesli Dinle
22 Mayıs 2025 Perşembe

Arachne, Antik Yunan’da Lidyalı bir dokumacıydı. Öylesine yetenekliydi ki, parmakları ipe dokunduğunda sanki sihirli bir dans sergiliyordu. Ortaya çıkardığı kumaşlar o kadar kusursuzdu ki, insanlar onun bu yeteneği tanrılardan aldığını düşünüyorlardı. Ancak Arachne, övgüler arttıkça kibirlenmeye başladı. O kadar kibirlendi ki dokuma sanatının tanrıçası olan Athena’ya meydan okumaya başladı. Arachne’nin küstahça sözleri Athena’nın kulağına gitti ve tanrıça, yaşlı bir kadın kılığında kendisini ziyaret etti.

Yaşlı kadın kılığındaki Athena, Arachne’yi alçakgönüllü olmaya ve tanrıların gücünü hafife almamaya çağırdı. Arachne bu uyarıları dikkate almayınca da Athena gerçek kimliğini gösterdi ve ikisi arasında bir dokuma yarışması başladı.

Athena Arachne’nin ortaya çıkardığı dokumanın kusursuz tekniğine hayran kalmasına rağmen içeriğine öfkelendi ve Arachne’yi bir örümceğe dönüştürerek onu cezalandırdı. O artık sonsuza dek iplik eğirecek ve kumaş dokuyacaktı. Derler ki örümcekler bu yüzden ömürlerini niyetlerini örmekle tüketirler.

Kilimlerimiz de öyledir. Anadolu’da kilimlerimiz dokumacı kadınların niyetleri, duygu ve düşünceleriyle süslüdür. Kilimi süsleyen her bir desen onu dokuyan kadının kocasına, kaynanasına, topluma bir mesajıdır. Kilim bir lisandır, konuşur desenleriyle. İşlevseldir. Isıtır kilim yuvayı. Ama aynı zamanda bir sanattır. Üstelik de yere serilmekten duvara asılmaya geçtiğinde, derken çerçevesinden özgürleştiğinde, mesela dokuma sanatını teknik bir beceri olmanın ötesinde, felsefi ve spiritüel bir derinlikle ele alan önemli sanat tarihçisi ve düşünür Belkıs Balpınar’ın parmaklarının ucunda dokuma dokuma/maya dönüştüğünde kimi zaman emek ve niyetle örülen, kimi zaman boşlukla bütünleşen katmanlı bir sanat eseri olarak çıkar karşımıza.

Tüm bunların ötesinde bugün dokuma sadece bir lisan, bir sanat eseri, bir ifade biçimi değil aynı zamanda beklenmedik şifa kapılarını aralayan bir araç olarak da karşımıza çıkıyor.

Geçtiğimiz hafta sonu, Anneler Günü’nü bahane ederek annemle birlikte katıldığımız Fırat Neziroğlu’nun düzenlediği dokuma atölyesinde bu kadim sanatın modern tıpla kesişmesini dinledik uzun uzun. Fırat Neziroğlu, yıllara ve yollara yayılan çalışmalarında Anadolu’da unutulmuş geleneksel dokuma tekniklerini gömüldükleri karanlıklardan tekrar gün yüzüne çıkartmak ve kadınlara iş gücü yaratmakla yetinmeyip dokuma sanatını modern bilimle harmanlamış. Neziroğlu, nörologlarla işbirliği içinde Parkinson hastaları ile yürüttüğü çalışmalarla adından söz ettiriyor.

Her dokuma parçasının bir adı olmasa da bir öyküsü, bir mesajı olur. Geleneksel dokumalarda semboller ortak bir lisanın sözcükleri olmuşsa da günümüzde bir sanata dönüşmüş olan bu zanaatın annem ve benim gibi cahili olanların mini tezgahlarında duygu ve düşünceleri aynalayan bir terapi sürecine evriliyor.  Ritmik tekrar eden hareketlerle mini tezgâhta atık tekstil ipleri ile kendi mini kilimimi dokurken yolda olmaya odaklandığımı fark ettim. Yavaş yavaş önce dokumaya dair sorular oluştu kafamda. “İkinci rengi araya nasıl katarım? Çift iple mi ilerleyeceğim? O zaman tezgâha yukarıdan aşağı gerdiğimiz çözgüler üzerine bir alttan bir üstten atkı sistemini bozmadan nasıl ilerleyeceğim? Şuraya bir boşluk bıraksam nasıl olur?” Fırat’a değil kendime soruyordum.  Sorular ve kendi kendime keşfetmeye çalıştığım çözümler. Derken sırtımda kasılmalar...  Zira dokuma eyleminin tekrar eden ritmik hareketleri, el-göz koordinasyonunu gerektirmesi ve odaklanma ihtiyacı sırtımı zorlamaya başlamıştı. Dokumaya bir ara verip esnemeye başladım. Yaptığım işe de bakıyordum aynı anda: ortaya çıkan ürünün verdiği yaratıcılık ve üretkenlik hissi, insanı iyi hissettiriyordu.

Tam o sırada söze giriyor sevgili Fırat “Nörologlarla yaptığımız bir çalışma var.” Neziroğlu’nun bu ilginç yolculuğu, pandemi süresince internet üzerinden verdiği dokuma dersleri sırasında bir katılımcının MS hastası olduğunu ve dokumanın kendisine çok iyi geldiğini belirtmesiyle başlamış. Bu deneyim, onu bu konuyu daha derinlemesine araştırmaya ve nörologlarla işbirliği yapmaya yöneltmiş. Birbiri ardına tekrar eden kısa hareketlerin beyindeki nöronlar arasındaki bağı güçlendirdiği hipotezi üzerine Uzman Fizyoterapist Nursel Öziri ile birlikte yürüttükleri on haftalık bir çalışmada, yüz MS ve Parkinson hastası her gün bir saat boyunca dokuma yapmışlar. Çalışmanın sonunda hastaların titreme ve günlük yaşam becerilerinde düzelmeler gözlemlenmiş. Bu çalışma, literatürde bu hasta gruplarını dokuma sanatı ile tanıştıran ilk çalışma olarak kayıtlara geçmiş.

Fırat Neziroğlu’nun bu çalışmaları, sanatın ve el sanatlarının tedavi süreçlerinde ne kadar değerli bir rol oynayabileceğini gözler önüne seriyor. Dokumanın kadim bilgeliği, modern tıbbın bilimsel yaklaşımıyla birleştiğinde, umulmadık iyileşme öykülerine kapı aralayabiliyor. Tıpkı Arachne’nin parmaklarından çıkan o muhteşem dokumalar gibi, Fırat Neziroğlu’nun rehberliğinde Parkinson hastalarının ellerinden çıkan her ilmek, hayata tutunma ve umudu yeniden örme çabasının bir ifadesi haline geliyor. Bu çalışmaların daha fazla desteklenmesi ve yaygınlaşması, pek çok insanın yaşam kalitesini artırma potansiyeli taşıyor. 

Ancak Fırat Neziroğlu Arachne değil. New York’ta aranan bir erkek giyim markasının sahibi olmanın ötesinde geleneksel dokuma resim tekniğine getirdiği patentli ışık, gölge ve boşluk öğeleri ile çağdaş bir yaklaşım sergileyerek dünya çapında tanınıyor. Ama bir o kadar da sıcak, samimi, mütevazı ve insancıl. Nitekim atölyenin ertesi günü Anna Laudel Galeri’de hocası, dokuma dünyasını duayeni sanatçı Belkıs Balpınar’ın mevcut sergisi nedeniyle Reyhan Polat tarafından gerçekleştirilen “Dokumayı Dokuma ile Anlatmak” söyleşisinde aynı gün 84. yaş gününü kutlayan hocası Belkıs Balpınar’ı izleyerek sohbeti dinlerken gözleri pırıl pırıldı. Ben de bu iki dokuma devini bir arada hayranlıkla izliyordum. Hoca-öğrenci arasındaki ilişkinin her anı bir ilmek ve Fırat’ın dediği gibi “her ilmek bir kelime, her desen bir cümle” oldu. Dokuma dile geldi, sizlere azıcık da olsa Fırat’ı anlattı.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün