Teknopolar dünya

Hayati MOLİNAS Köşe Yazısı
12 Haziran 2025 Perşembe

Teknopolar dünya fikri ilk ortaya atıldığından bu yana birkaç yıl geçti. Bugün, artık sadece ulus devletlerin değil, aynı zamanda sayılı teknoloji şirketlerinin ve onların etkili liderlerinin yön verdiği küresel bir sistemin tam ortasındayız.

Teknolojik altyapılar, dijital platformlar ve yapay zekâ hiçbir zaman tam anlamıyla kamunun denetiminde olmadı. Ama artık bu yapılar öyle bir noktaya geldi ki, sadece özel sektörün kontrolünde değil, aynı zamanda hayatın her alanının temelini oluşturuyorlar. Bu da sadece teknolojiyi değil, kapitalizmin işleyişini de kökten değiştiriyor. Piyasa rekabetinin yerini platformların egemenliği alıyor, açık sistemler kapalı dijital ekosistemlere dönüşüyor. Ortaya çıkan tablo, klasik kapitalizmden farklı; daha çok dijital bir tekno-otokrasiye ya da modern bir tür feodal düzene benziyor.

1961’de yaptığı veda konuşmasında, dönemin ABD Başkanı Dwight Eisenhower önemli bir uyarıda bulunmuştu: Bilimsel araştırma ve keşiflere elbette değer verilmeli ama devlet politikası, teknolojiyi elinde tutan dar bir elitin kontrolüne bırakılmamalıydı. Aslında bu sözler, bugün yaşadığımız teknopolar dünyaya dair erken ve çarpıcı bir öngörüydü. Nitekim bu uyarıdan çok kısa bir süre sonra, teknolojik dönüşüm hız kazandı.

1969’da, ülkenin ilk bilgisayarları ARPANET’e bağlandı. Bu ağ, yıllar sonra hayatımıza girecek olan World Wide Web’in (www) ilk adımıydı. O dönemde Silikon Vadisi, saniyede 14.4 kilobit internet hızında çalışan ama dünyayı değiştirme hayaliyle yanan iyimser mucitler ve girişimcilerle doluydu. Zamanla o idealist ruh değişti; yerini veri ve servet temelli bir güç yoğunlaşmasına bıraktı.

Yarım yüzyılda bu bölge, dijital altyapıyı kontrol eden dev platformların merkezi haline geldi. Pandemiyle birlikte bu platformlar, uzaktan eğitimden sağlığa kadar her alanda vazgeçilmez oldu. Öyle ki kriz anlarında, teknoloji şirketleri devletten bile hızlı harekete geçebilen aktörlere dönüştü.

2022’de Rusya Ukrayna’ya saldırdığında, Elon Musk Starlink’i devreye sokarak Ukrayna’ya internet sağladı. Bu, bir teknoloji liderinin devlet ölçeğinde jeopolitik etki yarattığı ender örneklerden biriydi. Ama kısa süre sonra, Ukrayna’nın erişimi Kırım’a genişletme talebini Musk’ın reddetmesi, bu gücün hiçbir devletin kontrolünde olmadığını da gösterdi. Starlink örneği aslında daha büyük bir gerçeğin yansımasıydı: Teknoloji şirketleri artık yalnızca özel sektör oyuncusu değil, devlet altyapısını yöneten ve şekillendiren jeopolitik aktörler olmak üzereydi.

Derken yapay zekâ kapıyı çaldı. Hükümetler onu yönlendirmek ya da denetlemek konusunda oldukça yetersiz kaldı. Yapay zekanın toplumları, ekonomileri ve jeopolitikaları nasıl şekillendireceğine dair temel kararlar parlamentoda alınmıyor. Özellikle Amerika’da Silikon Vadisi'ndeki yönetim kurullarında ve Çin Komünist Partisinin Pekin’deki merkezinde alınıyor.

Bu yeni güç düzeninde bazı teknoloji liderleri sadece iş insanı değil, ideolojik figürler olarak da öne çıktı. 2021’de Elon Musk, Peter Thiel ve Marc Andreessen gibi tekno-ütopyacı süper zenginler, teknolojinin siyaseti aşabileceğine ve hatta hükümetlerin gereksiz hale gelebileceğine inandıklarını açıkça söylediler. Ama devletin direncini fark edince, onu dışlamak yerine içeriden şekillendirmeye yöneldiler. Thiel, özgürlükle demokrasinin bir arada yürüyemeyeceğini savunurken; Musk, otoriter Roma dönemine göndermeler yaparak mevcut kurumları küçümsemeye başladı. Trump’a verdikleri destek de, bu teknokratik-otoriter anlayışı siyasete taşıma denemesiydi.

Bugün dünyada güç çok katmanlı şekilde dağılmış durumda. Askeri alanda hâlâ ABD baskın, Çin ise daha çok Asya’da etkili. Ekonomik güç, ABD, Avrupa ve Çin arasında paylaşılıyor. Teknolojide ise tablo daha çarpıcı: ABD’de birkaç büyük teknoloji şirketi hem dijital altyapıyı hem de kamu politikasını etkiler hale geldi. Çin’deyse teknoloji firmaları doğrudan devletin çizdiği rotada ilerliyor. İki modelin de ortak noktası şu: Güç artıyor, ama hesap verebilirlik ve özgürlük giderek geri plana itiliyor.

21. yüzyılın ilk çeyreği, artan gelir eşitsizliği, yükselen popülizm ve zayıflayan demokrasiyle birlikte otoriter rejimlere elverişli bir zemin hazırladı. Üstelik bu rejimlerin arkasındaki isimler artık sadece siyasetçiler değil. Otoriter eğilimli teknokratlar da sahneye çıktı ve teknopolar geleceğin kontrolünü ele geçirmeye başladı. Güç, giderek daha az sayıda liderde toplanıyor; ama bu kez kodla, algoritmayla, veriyle.

Geldiğimiz noktada işler oldukça net: Daha az şeffaflık, daha az hesap verebilirlik ve giderek artan bir güç yoğunlaşması var. Bu tablo içinde özgürlüğün sağ çıkması neredeyse imkânsız. Kısacası, dijital bir tür feodal düzene adım atmak üzereyiz.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün