Su kavgası

Hayati MOLİNAS Köşe Yazısı
22 Mayıs 2025 Perşembe

Keşmir bölgesi, Hindistan, Pakistan ve Çin arasında süregelen siyasi anlaşmazlıklarla tanınan, tartışmalı bir coğrafya haline geldi.

Keşmir, yüzyıllar boyunca farklı inançlara ev sahipliği yapmış kadim bir coğrafya. Bölgedeki ilk organize din Hinduizmdi. Ardından MÖ 3. yüzyılda Maurya İmparatoru Ashoka Budizmi buraya taşıdı. 14. yüzyılda ise Şah Mir adında bir Müslüman komutan Keşmir’i fethetti ve ilk Müslüman hanedanı kurdu. Zamanla, Sufi dervişlerin etkisiyle İslam barışçıl yollarla yayıldı ve nüfusun büyük kısmı Müslüman oldu.

1846’da İngilizler Keşmir’i Dogra hanedanından Gülab Singh’e sattı ve bölge yarı bağımsız bir prenslik haline geldi. Yüzyıl sonra, 1947’de Hindistan ve Pakistan bağımsızlığını ilan ettiğinde, Keşmir’in nüfusu çoğunlukla Müslümandı; ancak başta Hindu bir yerel kral olan, Maharaca Hari Singh vardı. Tarafsız kalmak isteyen Hari Singh, Pakistan destekli bir isyan çıkınca Hindistan’dan yardım istedi ve ülkeye katılma belgesini imzaladı. Bu adım, Hindistan ile Pakistan arasında ilk Keşmir Savaşı’nın fitilini ateşledi. Sonunda Birleşmiş Milletler devreye girdi ve bölge fiilen ikiye bölündü.

Keşmir bölgesi, Türkiye topraklarının dörtte biri büyüklüğünde bir yüzölçüme sahip. Bugün bu toprakların yaklaşık yüzde 55’i Hindistan’ın, yüzde 35’i Pakistan’ın, kalan küçük bir kısmı ise Çin’in kontrolünde. Hindistan yönetimindeki Keşmir’de halkın yaklaşık yüzde 68’i, Pakistan tarafında ise yüzde 94’ü Müslümandır. 

Keşmir sadece etnik ve dini kimliklerle değil, su kaynakları, sınır güvenliği ve bölgesel dengeler açısından da kritik bir bölge. Çin ile Pakistan arasındaki Karakoram Geçidi, Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’nun kalbinde yer alıyor ve bu hat Keşmir’den geçiyor. Son on yılda Çin ve Pakistan arasındaki yakın ekonomik ve askeri ilişkiler onları adeta müttefik haline getirdi. Hindistan bunu ciddi bir jeopolitik tehdit olarak görüyor.

Bu jeopolitik gerilimin ortasında Hindistan, 2019 yılında Keşmir’in statüsünü kökten değiştiren bir adım attı. Hindistan’a bağlı Keşmir bölgesinin özerk yapısı kaldırıldı ve bölge doğrudan merkezi hükümetin yönetimine geçti. Bu karar, uluslararası insan hakları kuruluşları tarafından, bölgedeki Müslüman çoğunluğun siyasi ve kültürel haklarını kısıtladığı gerekçesiyle eleştirildi. Ne yazık ki bu adım, toplumsal ayrışmayı daha da derinleştirdi.

Keşmir’in su kaynakları da en az siyasi ve toplumsal gerilim kadar kritik. Çin’in Tibet bölgesinde doğan İndus Nehri, önce Hindistan kontrolündeki Keşmir’den geçiyor, ardından Pakistan’ı baştan sona kat ederek Arabistan Denizine ulaşıyor. Nehrin kolları, Pakistan topraklarının yüzde 80’nini besliyor ve milyonlarca insanın geçim kaynağı.

Pakistan için Keşmir adeta bir ‘su kalesi’. Ancak suyun kaynağının Hindistan’ın elinde olması, Pakistan’ı savunmasız bırakıyor. Bu dengeyi korumaya çalışan İndus Sular Antlaşması, Keşmir’deki gerilim sürdükçe daha da kırılgan hale geliyor.

Geçtiğimiz haftalarda Keşmir’de yaşanan bir terör saldırısının ardından Hindistan ve Pakistan arasındaki gerilim ciddi biçimde tırmandı. Bu olayın hemen ardından Hindistan, 1960’ta imzalanan İndus Nehri Su Anlaşması’nı askıya alabileceğini açıkladı. Ardından Başbakan Modi, Keşmir’de su akışının durdurulacağını duyurdu. Pakistan Başbakanı Shehbaz Sharif ise, suyun engellenmesi ya da yönünün değiştirilmesinin ‘bir savaş eylemi’ olarak değerlendirileceğini söyledi.

Böylesi bir gerilimde uluslararası aktörlerin tutumu da dikkat çekiciydi. Savaşlara mesafeli duran Trump her ne kadar itidale çağırsa da, olası bir çatışmada Hindistan’ı destekleyeceği açıktı. Çin, Pakistan’ın en yakın ekonomik ve askeri ortağı. Rusya ise şimdilik tarafsız görünse de Hindistan’la Soğuk Savaş’tan bu yana güçlü bağlara sahip. Öte yandan, Hindistan ve Pakistan birbirine denk ölçüde büyük nükleer güçlerdir; bu kapasite, Hindistan’ın ABD ve Kanada’dan, Pakistan’ın ise Çin ve Kuzey Kore’den aldığı destekle oluştu.

Keşmir, Asya’daki sınır gerilimlerinin sadece bir örneği. Bölge genelinde benzer pek çok çatışma riski var. Bir yanda Çin ile Hindistan arasındaki Tibet sınırı, diğer yanda Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki hak iddiaları, Myanmar ile Tayland arasındaki sınır taşmaları… Ve tabii, Çin ile Tayvan arasındaki uzun süredir devam eden gerginlik.

Dünya üretim ve tüketiminde payı hızla artan Güneydoğu Asya’da, pek de huzurlu bir gelecek görünmüyor. Umarız bu bölgedeki gerilimler büyümeden sona erer ve nükleer silahlar hiçbir zaman ateş almaz. Nükleer çağın en güçlü barış savunucularından Bertrand Russell’ın bu sözleri akıldan çıkmamalı:

“İnsanlığı kurtaracak tek şey iş birliğidir”.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün