Nadir metallerin sessiz savaşı

Hayati MOLİNAS Köşe Yazısı
7 Mayıs 2025 Çarşamba

Trump, göreve gelir gelmez gümrük vergileriyle Çin’e karşı ticaret savaşını başlattı ve böylece nadir metaller’ konulu yeni bir jeopolitik risk alanının da kapısını araladı.

Ancak, Trump bu hamleyi yaparken dersine pek de iyi çalışmadığı anlaşılıyor. Gerginlik tırmandıkça, bu kez Xi Jinping’e “gelin, uzlaşalım” çağrılarında bulunmaya başladı. Oysa karşısında sadece pazarlıkla ikna edilecek bir rakip değil; geçmişten taşıdığı güçlü tarihsel motivasyonları olan, kararlı bir Çin vardı.

Pekin, bu mücadelede “sonuna kadar savaşacağız” diyerek net bir duruş sergiledi. Gümrük vergilerine sadece karşılık vermekle yetinmedi. Elindeki en güçlü kozlardan birini çıkardı ve masaya koydu: nadir metallerin küresel arzını kontrol etme gücü.

Çin, modern teknoloji için hayati öneme sahip 17 farklı nadir metalin büyük bölümünü üretiyor. Dünya genelinde bu metallerin işlenmesinin neredeyse yüzde 90’ı da Pekin’in kontrolünde. ABD ise bu alanda yedinci sırada yer alıyor. Elinde hatırı sayılır rezervler olsa da, üretim ve işleme kapasitesi Çin’le kıyaslandığında oldukça sınırlı kalıyor. Üstelik bugüne kadar bu metallerin büyük kısmını doğrudan Çin'den ithal ederek temin ediyordu.

Bu arada ABD eli kolu bağlı oturmuyor. Avustralya, Kanada, Vietnam ve Brezilya gibi ülkelerle nadir metaller konusunda tedarik zinciri ortaklıkları kurmak için harekete geçti. Japonya’yla da ortak araştırma projeleri yürütülüyor. Bir yandan da kullanılmış bataryalardan, elektronik atıklardan ve savunma ekipmanlarından nadir metalleri geri kazanmak için Ar-Ge projelerine destek veriliyor. Ama tüm bu çabalara rağmen, kısa vadede Çin’in mevcut üstünlüğünü sarsmak pek kolay görünmüyor.

Uzun vadede ABD, kendi nadir metal çıkarma ve işleme operasyonlarını kurmaya çalışabilir. Ama bu öyle hemen olacak bir şey değil. Hem zaman alıyor hem de ekonomik ve çevresel maliyeti bir hayli yüksek. Yeni bir maden açmak ya da işleme tesisi kurmak genellikle 7 ila 10 yıl sürüyor. Kısacası, bir kriz anında “başka bir kaynağa geçeriz” demek pek gerçekçi değil.

Bu hammaddelerin önemi sadece ekonomik değil, askeri rekabet açısından da kritik. Çip teknolojisinden savaş uçaklarına kadar birçok alanda ABD’nin üstünlüğü bu metallere bağlı. Mesela disprozyum, F-35 savaş uçaklarının motorlarından insansız hava araçlarına, robotlardan elektrikli araçlara kadar pek çok sistemde kullanılıyor. İtriyum ise jet motorları, hassas lazerler ve yüksek frekanslı radarlar için vazgeçilmez. Ve evet, bu iki element de Çin’in ihracat kısıtlaması getirdiği nadir metaller arasında.

ABD’nin yıllık 1 trilyon doları bulan savunma bütçesinin en temel amacı, Çin’in Güneydoğu Asya’daki yayılmacı hamlelerini durdurmak. Bu yüzden önümüzdeki yıllarda askeri ve teknolojik üstünlüğünü koruması ABD için vazgeçilmez.
Ancak şu anda nadir metallerde yaşanan kısıtlamalar, bu üstünlüğü zayıflatma riski taşıyor.

Üstelik sadece teknoloji değil, üretim kapasitesi de Pekin’in elinde güçlü bir koz haline geldi bu nadir metaller sayesinde. Özellikle hipersonik füze üretiminde Çin yarışın önünde. Askeri uçak üretiminde de ABD’yi hızla yakalıyor. Nakliye araçlarında ise üretim kapasitesi ABD’nin tam 200 katı. Olası bir çatışmada Pekin, mühimmat stoklarını Washington’dan çok daha hızlı yenileyebilir. Nadir metallerin kısıtlanması, ABD’nin bu farkı kapatmasını daha da zorlaştırıyor.

Tarihe baktığımızda, enerji kaynaklarını kontrol eden ülkelerin küresel liderliği ele geçirdiğini görüyoruz. Kömür, sanayi devriminde İngiltere’yi öne taşıdı. 1940’larda ABD, dünya petrolünün %60’ını üretirken askeri anlamda rakipsizdi. Şimdi ise Çin, nadir metaller üzerindeki kontrolüyle benzer bir güç döngüsünü tekrar etmeye hazırlanıyor.

Trump’ın ticaret savaşı politikasının gerçekten uzun vadeli bir stratejiye dayanıp dayanmadığı hâlâ belirsiz. Ama kısa vadede ABD’ye ekonomik sıkıntılar getirdiği ve ulusal güvenlik açısından da risk yarattığı çok açık. Trump yönetimi, Çin’i sıradan bir ticaret ortağı gibi görerek ciddi bir stratejik hata yaptı. Oysa karşısındaki Çin, 19. ve 20. yüzyılda yaşadığı aşağılanmalardan ve dış müdahalelerden aldığı derslerle, yeniden büyük güç olma hedefiyle ilerliyor.

Belki de tam da bu yüzden, bazen geçmişin sesine kulak vermekte fayda var. Ünlü ABD  Başkanı Eisenhower’ın şu sözü dikkate değerdir: "Düşmanının zayıf olduğuna inanmak kolaydır. Yanılmak felakettir."

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün