Sevgiyle örülmüş bir kabulün hikayesi

Zehra ÇENGİL Köşe Yazısı
14 Mayıs 2025 Çarşamba

Bazı diziler vardır, daha ilk sahneden itibaren sizi bir duyguya sabitler, kalbinizde tanıdık bir tınıya dokunur. ‘Nobody Wants This işte tam da bu etkiyle başlıyor. Küçük ama keskin anekdotlarla ilerliyor; her diyalog, her bakış bir başka katmanı açıyor. Dizi, en başından itibaren heyecanı ve duyguyu yüksek tutarak izleyiciyi içine çekiyor - ve belki de en önemlisi, aşka yeniden inanmanın mümkün olduğunu hatırlatıyor.

Dizinin merkezinde yer alan Haham Noah ve Joanne’in ilişkisi, romantik anlatıların ezber bozan bir örneği. Aralarındaki bağ ne büyük dramalara ne de abartılı romantik anlara dayanıyor. Aksine, ikisinin de kırgınlıkları, geçmişlerinden getirdikleri yaraları ve hayata dair kaygılarıyla örülü; ama işte tam da bu nedenle gerçek. Özellikle Noah’ın inancıyla, Joanne’in ise inançsızlığıyla şekillenen kimlikleri arasında kurulan empati ve anlayış, dizinin ruhunu oluşturuyor. O.C dizisinden tanıdığımız Adam Brody ile partneri Kristen Bell’in performansı da adeta pasta üzerindeki enfes bir çileğin tadını veriyor.

Joanne’in başta bir ‘şiksa’ olarak görülmesi, yani geleneksel Yahudi kalıplarına uymayan bir kadın olarak konumlanması, zamanla yerini sevgiyle örülmüş bir kabule bırakıyor. Bu geçiş süreci, yalnızca bir aşk hikâyesi değil; aynı zamanda farklı dünyaların saygı ve merhametle birbirine dokunabileceğinin de zarif bir anlatısı. Joanne’in, Noah’ın yaşamına sessizce sızışı ve zamanla onun en büyük desteğine dönüşmesi, önyargıların yerini anlayışın aldığı bir büyüme hikâyesi.

Yahudi kültürü dizide sadece dekor değil; karakterlerin kararlarını, ahlaki sorgulamalarını ve hatta espri anlayışlarını şekillendiren canlı bir damar. Dizi, bu kültürü egzotikleştirmeden, ötekileştirmeden anlatıyor. Bir yabancı olarak Joanne’in gözünden gelenekselliğin içine sızarken, izleyici de Yahudi kimliğinin duygusal, kültürel ve manevi yönlerine sempatiyle yaklaşıyor. Ne misyoner bir dil kullanıyor, ne de yüzeysel folklorik motiflerle yetiniyor; sadece içtenlikle anlatıyor.

Sonuç olarak Nobody Wants This, aşkın sadece benzerlikten değil, farklılıkların kabulünden doğabileceğini zarifçe hatırlatan incelikli bir yapım. Noah ve Joanne’in ilişkisi, aşkın gri alanlarında da çiçek açabileceğini kanıtlıyor. Bu dizi, netlik yerine anlayış arayanlara hitap ediyor. Ve evet, bu çağda herkes bunu istemiyor olabilir; ama izleyen herkesin kalbine bir iz bırakacağı kesin.

Sinem Ünsal’ın haklı serzenişi:

“Her oyuncu audition vermeli”

Bu cümle, yalnızca bir öneri değil; aslında bir isyan. Çünkü uzun süredir biliyoruz ki oyunculuk dünyasında her şey yetenekle ilerlemiyor. Bir menajerin gücü, bir yapımcının tanıdığı ya da bir kanalın ‘alıştığı yüzler’ çoğu zaman yeteneğin önüne geçiyor. Oysa bir oyuncunun ekrana çıkmadan önce, rolü gerçekten taşıyıp taşıyamadığını görmenin en adil yolu ‘audition’dan, yani seçmeden geçer.

‘Uzak Şehir adlı reyting rekortmeni dizisiyle son dönemin parlayan yıldızlarından olan Sinem Ünsal’ın, ‘İbrahim Selim ile Bu Geceadlı YouTube programındaki bu sözleri, sistemin sessizce dışarıda bıraktığı onlarca hatta yüzlerce yetenekli oyuncunun sesi oldu. Çünkü bu sektörde, sadece görünür olanların değil, gerçekten rolün hakkını verebilecek olanların şansı olmalı. Herkesin eşit şartlarda bir odaya girip performansını sergileyebildiği bir düzen, hem oyuncular için hem izleyici için çok daha tatmin edici bir alan yaratır.

Düşünsenize; sırf doğru menajere sahip olmadığı için o rolü alamayan, ama sahnede gözünüzü alamayacağınız kadar iyi olan biri var. Ya da sadece bir yapımcıyla eski bağlantısı olduğu için başrole yerleştirilen ama sahneye inandırıcılık katamayan başka biri. Hangisini izlemek isteriz? Hangisi bizde bir iz bırakır? İşte Sinem Ünsal’ın da ima ettiği gibi, hak edilen ekran zamanı ancak adil bir seçmeyle mümkün olur.

Audition, sadece yeteneği değil, oyuncunun role olan bağını da ölçen bir süreçtir. Kamera karşısında bir duygunun ne kadar geçebildiğini, bir bakışın ya da sessizliğin bile ne kadar çok şey anlatabileceğini ancak o anlarda anlayabiliriz. Ve bu, oyunculuğun ta kendisidir.

Seyir zevkinden konuşuyorsak, işin bu yönü hepimiz için önemli. Çünkü izlediğimiz karakterle bağ kurmak istiyoruz. Sözlerine, mimiklerine, çatışmalarına inansın istiyoruz. Bu da yalnızca ‘güzel yüz’ ya da ‘doğru çevre’yle değil, işini gerçekten bilen ve hisseden biriyle mümkün.

Sinem Ünsal’ın bu sözü, sadece genç oyuncular için bir motivasyon değil; izleyiciler için de bir umut. Belki bir gün, ekranlarımız gerçekten seçilen, çalışan, yetenekli olanlarla dolduğunda biz de sadece izlemeye değil, hissetmeye başlayacağız.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün