13 saniye ve bir hayatın aynası

Zehra ÇENGİL Köşe Yazısı
30 Nisan 2025 Çarşamba

13 saniye…

Kimi zaman bir nefes alıp vermeye, kimi zaman bir kelime söylemeye yeten o kısacık süre…

23 Nisan öğlen saatlerinde, 6,2 şiddetinde bir depremle 13 saniye boyunca binalar beşik gibi sallanırken, herkes yaşanabilecek ihtimalleri sorguluyordu muhtemelen. Her ne kadar soğukkanlı kalmaya çalışsak da, bir an için akla şu soru geldi: “Bu son mu?”

O 13 saniye, hayatı tüm ağırlığıyla yüzümüze çarptı.

Sonrasında gelen telefonlar –sevdiklerimizin telaşlı sesleri– gösterdi ki, böyle zamanlarda insanın kabuğu inceliyor. Dış dünyaya karşı zırhlarımız bir anda düşüyor. Hırslarımız, mücadelelerimiz, okyanusta köpek balığı gibi saldırgan çırpınışlarımız ne kadar da boş görünüyordu o an…

Hayat bir yarış değil, bir akıştı belki de. Kendimizi hırpalamaktansa, biraz daha suya güvenmeli, biraz daha akışa bırakmalıydık. Çünkü gerçekten kıymet verenler, bizimle yolu yürüyordu; diğerleri, her sapakta yavaşça gözden kayboluyordu zaten.

Türkiye gibi çetin bir coğrafyada yaşamak başlı başına bir mücadele. Hayat yeterince sertken, biz insanların kendi ellerimizle daha fazla zorluk yaratması, insanın içini acıtıyor.

Burada, doğaya, politikaya, ekonomiye, kadere karşı bir tür bağışıklık kazanıyoruz. Belki de o yüzden, dışarıdan gelenler bu topraklarda tutunmakta zorlanıyor. Düzenin ve güvenliğin değerini bilen bir yabancı için, burada yaşamak bazen imkânsıza yakın bir deneyim oluyor.

Bu kaotik ortamda en can yakıcı olanlardan biri de, İstanbul’u depreme hazırlamaya çalışan insanların, yani İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Deprem ve Kentsel Dönüşüm Daire Başkanı Tayfun Kahraman ve İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Gürkan Akgün’ün bugün hapiste olması.

Deprem gibi bir gerçek burnumuzun ucundayken, bu üç ismin cezaevinde olması, sadece kaygı değil, derin bir çaresizlik duygusu da yaratıyor. Sanki hem doğanın hem de insanın yarattığı felaketlerin arasına sıkışmış gibiyiz.

13 saniye bize bunu fısıldadı:

Hayat, sandığımızdan çok daha kırılgan.

Ve belki de gerçek cesaret, savaşa savaşa değil, sevdiklerimize sıkı sıkıya sarılarak ve akışa güvenerek yaşamakta yatıyor.

Halkı susturmak yerine halkla bütünleşilmesini arzu ediyoruz!

RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in sokak röportajlarına yönelik denetimlerin sıkılaştırılacağını ve bu tür içeriklerin ‘toplumu kin ve düşmanlığa sevk eden’ unsurlar taşıdığı gerekçesiyle müdahale edileceğini açıklaması, ifade özgürlüğü açısından yine ve yeniden bizlerde ciddi endişeler yarattı.

Sokak röportajları, halkın doğrudan ve sansürsüz bir şekilde düşüncelerini ifade edebildiği nadir platformlardan biri. Ana akım medyanın çoğu zaman tek sesli yayın politikaları ve otosansür uygulamaları nedeniyle, vatandaşlar seslerini duyurmak için alternatif mecralara yöneliyor. Bu röportajlar, toplumun nabzını tutan, gerçek gündemi yansıtan ve farklı bakış açılarını ortaya koyan önemli araçlar, bu konuda hemfikiriz sanırım.

RTÜK’ün bu denetim hamlesi, sadece içerik üreticilerini değil, aynı zamanda halkın ifade özgürlüğünü de kısıtlıyor. Oysa ki demokratik bir toplumda, farklı görüşlerin serbestçe ifade edilmesi ve tartışılması esastır. İfade özgürlüğü, sadece popüler ya da çoğunluk tarafından kabul gören fikirler için değil, aynı zamanda farklı sesler için de geçerlidir.

RTÜK Başkanı, sokak röportajlarının ‘devlet ve hükümet aleyhine söylemler’ içerdiği gerekçesiyle denetleneceğini belirtti. Oysa ki eleştiri, demokrasinin sağlıklı işlemesi için gereklidir. Devletin, halkın sesini dinlemeye ve anlamaya çalışması daha yapıcı bir yaklaşım değil mi?

Ayrıca, RTÜK’ün YouTube gibi dijital platformlara yönelik lisans zorunluluğu getirme planı, bağımsız içerik üreticilerini ve alternatif medya organlarını zor durumda bırakabilir. Bu tür düzenlemeler, dijital medyanın çeşitliliğini ve özgürlüğünü tehdit etmektedir.

Sonuç olarak, ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun temel taşlarından biridir. Sokak röportajları gibi halkın doğrudan katılımıyla oluşan içerikler, bu özgürlüğün en somut örneklerindendir. Bu nedenle, devletin ve ilgili kurumların halkla bütünleşerek, halkın arasına karışabildiği, herkesin birbirinin fikrine saygı duyduğu, sorgulamadığı- yargılamadığı aksine olumlu adımlar atmayı denediği bir toplum hayal ediyoruz.

Çok mu zor, çok mu uzak? İnanın ben de bilmiyorum.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün