Spinoza’ya yapılan muamele yüzünden, o dönemde Amsterdam’da yaşayan Yahudilerin, her türlü aydınlık fikre kapalı bir fanatikler sürüsü olduğu söylenir… Alelacele çizilen bu tablo, gerçeği yansıtmaktan uzaktır.
Amsterdam Yahudiliğinin, içine kapanık Doğu Avrupa gettolarıyla hiçbir benzerliği yoktu. Bireyleri, o zamanların Amerika’sı olan İspanya ve Portekiz’in en iyi okullarında, sonraları da Amsterdam’da kurdukları parlak eğitim sisteminde eğitim görmüştü.
Yahudi olmayanlarla temas halinde, açık fikirli bu topluluğun kınanacak bir şeyi var idiyse, o da dinsel bağnazlık değil, olsa-olsa dine gereken önemi vermemek olabilirdi.
Bireylerin çoğunun bir Marrano geçmişi vardı… Ya kendileri ‘dönmeyedi’ ya da Spinoza gibi Yahudi doğmuş Marrano çocuklarıydılar. Marrano geçmişleri, bu insanlarda ilginç özellikler geliştirmişti…
Marranolar, İspanya ve Portekiz’de Hıristiyan dinine dönmeye zorlanmış Yahudilerdi. Bir-iki yüzyıl boyunca Hıristiyanlaşmaya direnmişler, görünüşte Hıristiyan gibi yaşamış, özel yaşamlarındaysa Yahudi kimliklerini muhafaza edebilmişlerdi.
Okul ve kiliselerde Hıristiyan eğitimi almışlar, buna zerre kadar inanmamışlardı. Onlara göre ‘selamet’ İsa’nın dininde değil, Musa’nınkindeydi… Gizli gizli atalarının dinini uygulamaya çalışmışlardı ki, bu da müthiş riskler içeren bir işti. Engizisyon tarafından yakalanırlarsa, ucunda diri diri yakılmak da vardı.
Öğrendikleri dine inanmamışlar, inandıkları dini de öğrenememişlerdi. Yahudilikle ilgili bir metinle yakalanmak ölüm anlamına geldiğinden, sadece ezberlende tutabildikleri, fazla göze batmayan dinsel gerekleri yerine getirebilmişlerdi… Ellerine geçirebildikleri okuma malzemesi, Yahudiliğe kara çalmak için yazılmış literatürden ibaretti.
Bu koşullar, Marranolarda okudukları her şeye inanmamak, kutsal oldukları söylenen yazılara kuşku ile bakmak gibi bir alışkanlık geliştirmişti.
Bu inançsız Hıristiyan, bilgisiz fakat gönüllü Yahudi Marranolar, Amsterdam’a gelip de atalarının kitaplarına kavuştuklarında, hafiften düş kırıklığına uğramıştı.
Okuduklarına kuşkuyla bakmaya alışık olan bu toplulukta, çok sayıda aydın, bu yeni ‘eski dinlerinin’, rasyonel açıdan Hıristiyanlıktan çok da farklı olmadığını görmüşler, ‘esenliği’ dinlerde aramanın boşuna olduğuna, gerçeğe sadece bilimler yoluyla yaklaşılabileceğine inanmaya başlamışlardı… İçlerinde bir metafizik septisizm doğuyor; dünyasal değerlere yönelme eğilimi genişliyordu.
Amsterdam Yahudilerinin bu laik ve ilerici mizacıyla, Spinoza’nın dışlanma hadisesini bağdaştırmak, ilk bakışta kolay gelmeyebilir… Bu, her türlü fikre açık ilerici toplumun Spinoza gibi temkinli bir düşünürü niçin dışladığını izah etmek için çeşitli hipotezler ileri sürülmüştür:
Bunlardan bir tanesi, Hollanda hükümetinin Yahudi politikası ile ilgilidir: Devletin yürütme yetkisini elinde bulunduran “büyük pansiyoner”, İspanya’dan gelecek olan Yahudiler içinde, çok sayıda ateist olacağını tahmin ediyor; imansız kişilere hoşgörüyle bakmıyordu…
Bu hipotez zayıftır çünkü, Spinoza’nın dışlanması, 40 yıl sonra gerçekleşmişti… Hollanda’da artık yepyeni bir politik ortam hüküm sürüyordu… Yeni “büyük pansiyoner” Spinoza’nın arkadaşıydı… Felsefeyi dinden bağımsız kılmak istiyor ve bu nedenle düşünce özgürlüğüne çok önem veriyordu.
Spinoza’nın hereminin gerekçelerini Musevi Cemaatinin iç bünyesinde aramak daha doğru olabilir: Yahudi toplumu bir tür ‘acil durum’ yaşıyordu. Eski Marranoların tekrar Yahudi geleneklerine göre yaşamalarını sağlamak, Hıristiyan eğitimi gördükleri sırada unuttukları Yahudi yaşam tarzına dönmelerini gerçekleştirmek gerekiyordu.
Spinoza’nınkiler gibi, düşünce özgürlüğü adına geleneklere meydan okuyan fikirler, girişilen onarım ve toparlanma çabası için bir sabotaj sayılıyor, hoşgörü gösterilmiyordu.
Amsterdam Yahudilerinin bazı bireyleri, yeni ülkelerindeki ticari olanaklardan yararlanmaya çalışıyor… Diğer bazıları ise, Hollanda’nın aydın çevre ve üniversitelerinde esen hoşgörülü havada kendi entelektüel birikimlerinin değerlendirmek istiyorlardı.
Cemaat bireyleri, kendi eğitim ve birikimlerine göre bir uğraşa yönelmişti… bunların bir kısmı da Yahudi cemaatini yönetmeye soyunmuştu. Ne yazıktır ki, cemaat ve dernekleri yöneten kişiler, yönettikleri toplumun en parlak bireyleri olmayabilir…
Demokratik toplumlarda, yeniden seçilme kaygısı, yöneticileri toplumların beklentilerini yerine getirmeye sevkeder…
Buna karşılık, ‘aristokrat’ olduklarına inanıp kendi kendilerini atayan yöneticilerin, toplumlarını umursamadıkları gibi, düzeyleri de düşme eğilimi gösterir.
Amsterdam Musevi Cemaatinin de bir örneği olduğu bu tip yönetimler için ‘acil durumların’ sonu hiçbir zaman gelmez… Yeni fikirlerin sırası ‘henüz’ gelmemiştir.
‘Ma’amaddaki Beyefendiler’ Spinoza’yı “…Tanrı adını silsin!” bedduasıyla lanetlemişlerdi… Çok şükür ki, Spinoza’nın Tanrısı bu lanetlemeye kulak vermedi. Spinoza, önemli bir filozof olarak tarihe geçerken, Amsterdam Yahudi Cemaati ‘adları silindi’.
Gelecek Yazı: Happy End