Bento, geleneksel Yahudi eğitimi almaya Talmud Tora´ya gidiyor
Hanna ve Michael de Espinoza’nın oğulları Bento, yedi yaşına geldiğinde, geleneksel Yahudi eğitimi görmeye başladı.
Geleneksel Yahudi öğretimi diye adlandırdığım sistem şuydu: Öğrenci, önce günlük duaları, sonra da Tevrat’ı okumayı öğreniyordu… Bu arada İbranice öğrenerek, okuduklarını anlayacak duruma geliyordu… Bar-mitzva’dan sonra ise, öğrenim derinleşiyor, öğrenci Talmud’u ve orta çağ Yahudi filozoflarını incelemeye başlıyordu.
Her ne kadar babası onun din adamı olarak yetişmesini istemiyor idiyse de, öğretmenleri Michael de Espinoza’nın oğlu Baruh’ta müthiş bir öğrenme ve araştırma yeteneği görüyor ve bu düşünceli, meraklı çocuğun, günün birinde teolojiyle uğraşacağını umuyorlardı… Aslında, çabalarının tamamen boşa gittiği söylenemezdi.
Baruh Spinoza, kutsal yazıları kolaylıkla ezberledi. Böylesine keskin bir zekaya sahip bir öğrencinin, okuduğu metinlerde tutarsızlıklar varsa, bunları sorgulaması kaçınılmazdı… Örneğin:
Bu tip tutarsızlıklar, küçük Spinoza’nın kafasını kurcalıyor, yaşı ve öğrenimi ilerledikçe, öğretmenlerinin getirdiği açıklamalar onu giderek daha az tatmin ediyordu.
Kutsal yazılardaki zorlukları çözme işinde, kendisinden başkasına başvurmanın boşuna olacağına inanmaya başlıyordu… Kimsenin bir şey bildiği yoktu… Her şeyi yeni baştan ele alması gerekecekti…
Yıllar sonra yazacağı Tractatus Theologico Politicus’un (TTP) önsözünde açıklayacağı gibi:
“Kutsal yazıların incelenmesi işini, önyargısız ve tamamen özgür bir zihinle yeni baştan ele almaya ve bu yazıların içinde apaçık öğretilmiş olmayan hiçbir şeyi doktrinin bir parçası olarak kabul etmemeye karar verdim.”
Spinoza, öğretmenleri ve orta çağ Yahudi filozoflarının dinsel metinlerini ele alış biçimini ve ‘yorumlamalarını’ önyargılı ve peşin fikirli buluyor, yazılardaki harflerin yazılış biçiminden, rakamsal değerlerinden veya kenar süslerinden gizemli anlamlar çıkarmaya çalışan Kabalacıları hor görüyordu: “Bazı Kabalistleri okudum, yazdıkları saçmalıkları öğrendim ve çılgınlıkları beni hayretlere düşürdü.”
Kabala’yı “bu şarlatan aptallıkları” diye nitelendiriyor, herkesin “zor ve derin” bulduğu Talmud’u “kolay ve sığ” buluyordu.
Teolojik peşin fikirlere düşmeden yazıları incelemek ve bunları yorumlamak için bir metot geliştirmesi gerektiğini düşünüyordu… Nasıl ki bilimde (yani doğanın anlaşılması işinde) doğanın dışından getirdiğimiz bilgilere başvurmanın bir yararı yoksa, ‘kutsal yazıların’ içeriğini anlamak için de, bunların dışından bilgilere başvurmanın bir yararı yoktu… Yazıları anlamak için, yazıların kendilerini önyargısızca incelemekten başka bir çare yoktu.
Yazıların içeriğinin bir kısmı, ‘doğal ışıkla’ (yani akıl yürüterek) anlaşılmıyordu… Örneğin Musa, “Tanrı bir ateştir!” veya “Tanrı kıskançtır!” sözleriyle Tanrıyı mı tanımlıyordu?.. Yoksa bu deyimleri “mecazi anlamda” mı kullanıyordu?..
Bunu anlamak için, Tevrat İbranicesinin bu bağlamda bir metafora izin verip vermediğine bakmak gerekiyordu… ‘Ateş’ sözcüğünün başka yerde (Eyüp 31/12), kızgınlık ve kıskançlık anlamlarında kullanılması, “Tanrı bir ateştir” deyiminin bir metafor olabileceği düşündürebilirdi.
Görüldüğü gibi, hocalarının bu zeki, meraklı ve çalışkan delikanlıyla işleri çetindi… Buraya kadar anlattıklarımdan Spinoza’nın hocalarının (Rav Şaul Levi Morteira ve Rav Menase ben İsrael) ona bir şey verememiş hahamlar olduğu izlenimi çıkıyorsa, bunu hemen düzeltmek isterim.
Bu iki hahamın, genç filozofumuzun zihinsel oluşumundaki etkileri belirleyici oldu denilebilir… Spinoza, bu iki hocasıyla ilişkisini okul yıllarından sonra da sürdürecekti.