Ama Batı ama Doğu, oylar hep sağa

Selin BARLAS Köşe Yazısı
13 Nisan 2022 Çarşamba

Fransa Seçimleri

Voltaire’in, Brigitte Bardot’nun, baget ekmeğin, şampanyanın diyarı Fransa’da iki aşamalı cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turu tamamlandı…

20 yıldır en düşük katılımın olduğu gözlemlenen seçimde seçmenin yalnızca yüzde 76’sı sandığa gitti.

Fransız seçimlerine dair hatırlamamız gereken birtakım unsurlar var…

Gözden geçirmek elzem bir mesele.

Jacques Chirac’tan bu yana hiçbir cumhurbaşkanı ikinci defa göreve getirilmedi. Hollande ve Sarkozy bir dönem cumhurbaşkanlığına seçildi.

Tahmin edildiği gibi çıkan sonuçlar seçimin ikinci turunun Macron ve Le Pen arasında olacağını gösterdi.

10 Nisan’da seçimin ilk turu gerçekleşene kadar yapılan hamlelere değinmekte fayda var…

Aşırı sağda (Le Pen’in Putin ile olan fotoğrafları) ve aşırı sol partilerde Ukrayna işgali başladığında Putin’i öven sözleri ‘izah etmek’ ve ‘haklı çıkarma’ gayeleri karşısında Macron’un savaş zamanı Avrupa’yı koruyabilecek ‘güçlü’ lider duruşu onun için olumlu oldu. Fakat seçime kadar ilerleyen süreçte Ukrayna savaşından ziyade hayat pahalılığı, enerji krizi ve COVID gibi sıkıntılar seçmenin asıl endişelerini gösterdi. Bu gayet insanî endişe, kimlik üzerinden siyaset yapan ve ırkçı söylemleriyle tanınan aşırı sağcı Zemmour’un aleyhine işledi. Le Pen söylemlerini ‘yumuşatırken’ odağını hayat pahalılığını düşürme mevzusu üzerine yoğunlaştırdı.

Zemmour, birinci tur sonuçları ardından kendi kitlesini Le Pen’i desteklemesi konusunda ikinci turda sandıklara çağırdı.

Birinci tur ihtimallerin ne kadar daraldığını gösterdiğinden mühim bir hadise. Fransa’da istikbalin hangi istikamette olacağına dair uzuuuun vadeli bir tahmin yapmak ne kadar doğru bilemiyorum fakat muhafazakarların ve sağın bu kadar güçlü olması yakın bir zaman içinde resmin ne olacağına dair bir tablo çiziyor.

 

Pakistan Seçimleri

Devrik Başbakan İmran Khan ekonomik ve dış ilişkilerdeki başarısızlığı sebebiyle güven oyunu kaybetti.

Yeni bir lider için sandıklara gidilecek.

Ancak İmran Khan (bu ülkede alışık olduğumuz bir tarz olan) ‘dış güçleri’ suçlama konuşmasını yapmak için geçtiğimiz cuma akşamı televizyonlara çıkıp “Amerika’nın operasyonuyla batının ve dış ülkelerin kuklası” olmayacağını açıkladı.

Khan ülkeyi sokağa çıkmaya çağırdı…

Amerikan dışişlerinden hemen gelen açıklamada İmran Khan’ın iddiaları yalanlandı.

Geçtiğimiz yıl IMF’den 6 milyar dolar yardım almak zorunda kalan Pakistan, 1947’de kurulduğundan bu yana ekonomik ve idarî istikrarı sağlayamamış, defalarca ihtilaller ve rejim değişiklikleri ile bugüne gelmiştir…

220 milyon nüfusuyla bölgede büyük bir güç olan Pakistan’ın istikrarsızlığı komşularına da tesir edebilir…

Neticede 1973 anayasasından bu yana hiçbir başbakan görevinin beş yılını tamamlamadı.

2019’da Hindistan ve Pakistan arasında yaşanan gerginlik, Pekin ve İslamabad yakınlaşması, Amerika’yı hedef gösteren İmran Khan ve Amerikan Başkanı Joe Biden’ın hiç görüşmemesi, uluslararası platformda tepki buldu.

İmran Khan aynı zamanda Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başladığı gün olan 24 Şubat’ta Moskova’da Putin ile yan yana poz vererek yine bir skandala adını yazdı.

Khan’ın yerine kim gelebilir? En çok konuşulan isim ülkeye girişi yasak olan, üç defa başbakanlık yapmış Navaz Şerif’in kardeşi Şahbaz Şerif.

Şahbaz Şerif Pencap bölgesinin eski lideri ve şimdi ise Pakistan Müslüman Liginin başkanı.

70 yaşındaki Şerif Londra ve Dubai’deki lüks evleriyle meşhur.

***

Kafamızı nereye çevirsek gerginlik…

Dünyamız küçüldü…

Her habere anında ulaşabilir olduk.

Birbiriyle sınırları olmayan ülkelerde olan bitenler hepimizi etkiler oldu…

Tırmanan milliyetçilik ve sağcılık çatışmaları arttıracak. Savaşlar ise kısa süreli muzaffer bir güruh bıraksa bile çalkantılı bir gelecek ve canı yanmış çok insanı miras bırakacak.

Batıya doğuya nereye baksam, nereye kafamı çevirsem ilkesiz ve vicdansız liderlerin sömürdüğü kalabalıkları görüyorum…

Bir yandan oylar hep sağa derken aşırı uçta sola bakıyorum, aşırı sağcılardan farksız olmayan savaş söylemleri ve ölüme kayıtsızlıklarıyla herkes birbirine mi benzemeye başladı diye düşünmeden edemiyorum…

Aşırıların yerine ‘müşterek makullerde’ buluşmak zorlaştıkça yaşadığımız yer cehennemden başka bir yere benzemiyor…

***

Schindler’in Listesi

Oskar Schindler’in sekreterliğini yapmış Mimi Reinhardt geçtiğimiz hafta, 8 Nisan’da Tel Aviv’de vefat etti. 107 yaşındaydı.

Mimi kimdi?

15 Ocak 1915 doğumlu Carmen Koppel Weitmann, Viyana’da (Avusturya Macar İmparatorluğu’nda) dünyaya geldi. Viyana’da filoloji ve edebiyat okuyan Carmen Koppel nam-ı diğer Mimi Reinhardt, Naziler tarafından yakalanıp eşiyle beraber Krakow’un Yahudi gettosunda yaşam mücadelesi verirken Plaszow Kampında çalıştırılır. Bu korkunç kamplarda birinci kocasının öldürülüşüne tanıklık eder.

Oskar Schindler’in sekreterliğini yapan Reinhardt, Schindler’in listesini yazan kişiydi… 1100’e yakın insanın ölümden döndüğü, izlerken canımızı yakan o filmi şahsen yaşamış Mimi…

Oskar Schindler etnik olarak Alman olmasına rağmen o dönemde Çekoslovakya olan topraklarda sanayici olarak çalışan bir Nazi Partisi üyesiydi. Alman askerlerini sıkça Yahudi işçilerini korumak için tehdit ettiği bir gerçek. Ancak bu Schindler’in Nazi olduğu ve her akşam katillerin sofralarında onlarla olduğunu değiştirmez…

Steven Spielberg’in yapıtına konu olan olayda 1944’te Rus Kızıl Ordusunun Krakow’a girmesiyle Alman askerleri geri çekilir ve giderken Yahudileri toplama kamplarında infaz etmek için son emirler verilir. Schindler, Alman ordu mensuplarına işçilerini kamplar yerine mühimmat yapan fabrikasına yakın başka bir kampa yollamasını emreder. İnfaz edilmelerini önlemek için Schindler sahte belgeler düzenler. Alman yetkilileri de tehdit eder. Yahudi çalışanlarına el sürülmemesi gerektiğini, Almanların savaşı kazanmaları için ‘silah üretmelerinin acil’ olduğunu hatırlatır…

Mimi Reinhardt’a Ekim 1944’te bindikleri trende ne hissettiğini soran Ha’aretz gazetesine “Schindler’in bizi kurtarabileceğine inanmıyorduk. Korkunç bir zamandı. Fakat onun çabasına ve kendisine inanmak zorundaydık” der.

1945 yılında 1100 can kurtulur…

Schindler 1974’te beş parasız vefat eder.

1993’te Spielberg filmini çıkarır.

Filmin çıktığı yıl Oskar ve Emilie Schindler, İsrail’de Soykırım Müzesi Yad Vaşem’de uluslararası dürüst olanlar arasında (Holokost sırasında Yahudilerin hayatını kurtarmış Yahudi olmayanlara verilen) onursal yerlerini alırlar.

Reinhardt, bizim izlerken paramparça olduğumuz filmi yaşamış ve tarihe tanıklık etmiş biri olarak yıllarca Schindler’in Listesi’ni izleyemez

Bugün yine savaş çanlarının bangır bangır çaldığı, ırkçılığın hep hortlamaya hazır beklediği bir dünyadan iyi bir gelecek beklemek çok mu çocuksu?

Holokost kabusundan kurtulabilenler bana yarına dair umut veren hikayelere sahip insanlar…

Belki de yarının daha iyi olacağına dair inanmak, ümit etmek ve çabalamak dışında elimizden bir şey gelmez…

Ama her şey inanmakla başlar…

Mimi gibi ırkçılığa, zulme ve belirsizliğe itilmiş insanların hatırası adına vazgeçmek olmaz…

Sana söz Mimi, sana söz!

Sana söz yine baharlar gelecek…

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün