Josef Stalin´in kızı Svetlana Alliluyeva, 28 Şubat 1926´da Moskova´da dünyaya geldiğinde 20. yüzyılın en ağır siyasal miraslarından birinin içine doğdu.
Svetlana’nın annesi devrimin içinden gelen, entelektüel ve kırılgan Nadezhda Alliluyeva’ydı. Svetlana’nın çocukluğu, devletin merkezinde ama aile bağlarının giderek çözüldüğü bir atmosferde geçti. Güvenlikleri nedeniyle kardeşiyle birlikte babasından uzakta büyüdüler. Bu güvenli hayat kısa sürdü. Zira annesi 1932 yılında kendini vurarak intihar etti. Ne var ki bu gerçek herkesten saklandı. Ölüm nedeni resmi kayıtlara peritonit olarak yazıldı. Bu kayıp Svetlana’nın hayatındaki ilk büyük kopuşu yarattı.
Stalin, kamusal alanda korku ve şiddetle anılan bir lider olmasına karşın küçük kızıyla kurduğu ilişkide sevecendi. Svetlana’ya yazdığı mektuplarda sevgi ifadelerini esirgemedi. Ona “benim küçük sekreterim” diye sesleniyor, mektuplarını “babacık” diyerek imzalıyordu. Buna rağmen bu yakınlık, koruyucu olmaktan çok denetleyiciydi. Svetlana büyüdükçe bu ilişkinin denetleyici yönü ağır basmaya başladı. Annesinin ölümüyle ilgili gerçeği öğrenip kendi hayatı üzerinde söz söylemeye başladıkça, baba - kız arasındaki ilişki gerilemeye başladı. Ergenlik yılları, yalnızca bireysel bir kopuş değil, iktidarın aile içindeki sınırlarının da açığa çıktığı bir dönem oldu. Stalin Batı’ya, Svetlana ise babasına karşı cephe almıştı.

Svetlana henüz 16 yaşındayken, kendisinden yaklaşık yirmi yaş büyük olan Yahudi kökenli Sovyet sinemacı Aleksey Kapler’e aşık oldu. Bu ilişki, Stalin için kabul edilemezdi. Kapler’in Yahudi kimliği ve Sovyet kültür çevrelerindeki görünürlüğü, Stalin’in son yıllarında Yahudi entelektüellere karşı giderek sertleşen siyasi tavrı içinde rahatsızlık yarattı. Ancak asıl mesele, bu bağın Stalin’in mutlak denetimi dışında gelişmesiydi. Kremlin’de özel alan yoktu ve kızının kiminle ilişki kuracağı da devlet düzeninin bir parçası sayılıyordu. Bir yüzleşme sırasında kızını tokatladı. Kapler, İngiliz ajanı olduğu yönündeki uydurma suçlamalarla tutuklanarak on yıllık Sibirya sürgününe gönderildi. Suçu, devlete karşı işlenmiş bir fiil değil, diktatörün kızına duyduğu aşktı. Bu cezalandırma, Svetlana ile babası arasındaki ilişkinin geri dönülmez biçimde bozulmasına neden oldu.

Babasıyla ilişkilerinin bozulması
Svetlana’nın sonraki aşkı Grigory Morozov da bir Yahudi’ydi. Moskova Devlet Üniversitesi’nde tanıştığı Morozov, Svetlana için Kremlin’in daraltıcı sınırlarından çıkabilmenin de bir yolu oldu. Zira evlilik, babasının sürekli gözetimi altındaki hayattan kaçış için tek meşru kapıydı. Stalin bu evliliğe isteksizce onay verdi. Ancak Morozov’la hiç tanışmadı, nikahlarına katılmadı. Çiftin 1945 yılında Iosif adında bir oğulları dünyaya geldi. Ne var ki evlilik, ilişkinin kendi dinamikleri yüzünden sarsıldı. Svetlana, kendisi için biçilen ev kadını rolünü kabul edemedi. Bu süreçte üç kürtaj geçirdi ve kısa sürede evlilikleri sona erdi. Buna rağmen bu birliktelik, Svetlana’nın kendi hayatı üzerinde söz söyleme iradesinin sessiz ama kararlı bir ifadesi olarak yer etti.
Morozov’la evliliğin ardından Svetlana, bu kez Stalin’in yakın çevresinden Yuri Jdanov ile evlendi. Bu tercih, çoğu zaman babasıyla bozulan ilişkiyi onarma çabası olarak yorumlandı. Çiftin 1950 yılında Yekaterina adında bir kızları oldu. Ancak ortak bir hayat kurmakta zorlandılar. Bu evlilik de kısa süre içinde sona erdi. Bu yıllarda Stalin, ailesine karşı giderek daha mesafeli ve ilgisiz hale gelmeye başlamıştı.
1953’te Stalin öldüğünde, Svetlana Moskova’da ders veriyor ve çeviri yapıyordu. Babasının gerçek kimliğiyle yüzleşmesi, ancak ölümünün ardından mümkün oldu. Açılan dosyalar, kulaktan kulağa yayılan anlatılar ve artık gizlenemeyen gerçekler, onu derinden sarstı. Bu yüzleşmenin ardından, taşıyamadığını söylediği Stalin soyadını bıraktı ve annesinin kızlık soyadı olan Alliluyeva’yı aldı. Bu karar, yalnızca sembolik bir değişiklik değil, geçmişle kurulan bağın bilinçli bir reddedişiydi.
Batı’ya kaçış
1960’ların ortasında bir hastanede tedavi gördüğü sırada Hintli komünist Kunwar Brajesh Singh ile tanıştı. Aralarında güçlü bir bağ kuruldu. Ne var ki bu sefer de Sovyet makamları evlenmelerine izin vermedi. Singh’in 1967’de ölümü, Svetlana için hem kişisel bir kayıp hem de hayatının yönünü değiştiren bir eşik oldu. Singh’in küllerini Ganj Nehri’ne serpmesi için Hindistan’a gitmesine izin verildi. Svetlana, Yeni Delhi’de bulunduğu sırada ABD Büyükelçiliği’ne sığınarak iltica talebinde bulundu. Amerikalılar onun varlığından neredeyse habersizdi. Buna rağmen Sovyet yetkililer durumu fark etmeden hızlı bir tahliye planı uygulandı. Svetlana önce Roma’ya, ardından Cenevre’ye, son olarak da New York’a götürüldü. Bu kaçış, Soğuk Savaş’ın en sembolik olaylarından biri oldu. Stalin’in kızı, Sovyet sisteminden kaçıyordu. Bu, Batı için propagandif bir zafer, Sovyetler içinse büyük bir utançtı.
Amerika’ya vardığında Svetlana, Sovyet sistemini açık biçimde mahkum etti. Komünizmi ahlaki ve ekonomik açıdan başarısız bir düzen olarak tanımladı. Babasını “çok zalim” bir insan olarak niteledi. Bu açıklamalar Batı dünyasında geniş yankı uyandırdı. Ancak bu hareketlerinin bedeli ağır oldu. İki çocuğunu Sovyetler Birliği’nde bırakmak zorunda kalmıştı. Her ne kadar onlara kararını anlatan bir mektup yazmış olsa da bu ayrılık, hayatı boyunca kapanmayan bir mesafe yarattı.
Amerika’da ilk aylarını Gizli Servis koruması altında geçirdi. Ardından yayınlandığı ‘Twenty Letters to a Friend’, uluslararası ölçekte büyük ilgi görerek ona ün ve maddi güvence sağladı. Buna rağmen kazancının büyük bölümünü hayır kurumlarına bağışladı. Zamanla, ilginin kendisine değil, babasının adına yöneldiğini fark etti. Ne yaparsa yapsın Stalin’in kızı olmaktan kurtulamıyordu. Bu huzursuzlukla üçüncü kez evlendi. Eşi, Amerikalı mimar William Wesley Peters’di. Svetlana adını Lana Peters olarak değiştirdi. Evlilik kısa sürdü ancak bu birliktelikten Olga adında bir kızı dünyaya geldi. Svetlana, Olga’yla kurduğu bağı hayatındaki en sahici ilişki olarak tanımladı.
İlerleyen yıllarda Amerika ve İngiltere arasında yaşadı. Zaman zaman Sovyetler Birliği’ne kısa süreli dönüşler yaptı ve vatandaşlığını geri aldı. Ancak bu dönüşler kalıcı olamadı. Svetlana ne Batı’da ne de doğduğu topraklarda kök salabildi. Ne babasıyla ne de Sovyetler’de bıraktığı iki çocuğuyla ilişkisi, siyasi engeller ve yılların biriktirdiği mesafe nedeniyle hiçbir zaman onarılamadı. Arada kalan bir kız çocuğu, kadın, anne olmaktan kurtulamadı.
Svetlana Alliluyeva 2011 yılında Wisconsin’de hayatını kaybetti. Ardında büyük bir siyasal miras yerine parçalı, yerinden edilmiş ve sürekli yeniden kurulmaya çalışılmış bir hayat bıraktı. Onun hikayesi, tarihin yükünü bireysel bir yaşamda taşımanın ne anlama geldiğini gösteren nadir örneklerden biri olarak bugün hala karşımızda duruyor.
Bu yazı ile 2025’e veda ederken yeni yılın hepinize güzellikler getirmesini diliyorum.
---
Kaynak: Rosemary Sullivan, Stalin’s Daughter: The Extraordinary and Tumultuous Life of Svetlana Alliluyeva, HarperCollins, 2015.