Pasaportun tarihi

Stefan Zweig, ´Dünün Dünyası´ adlı kitabında, “1914´ten önce dünya herkese aitti. İnsanlar istedikleri yere gidiyor ve istedikleri kadar kalıyorlardı. İzin belgesi yoktu, vize yoktu ve gençleri, 1914´ten önce Avrupa´dan Hindistan´a ve Amerika´ya pasaportsuz ve hiç pasaport görmeden seyahat ettiğimi anlatarak şaşırtmaktan her zaman keyif alırım” diyerek pasaportsuz gezilebilen dünyayı anlatır. Bugün böyle bir dünyayı hayal etmekten oldukça uzağız.

Bahar AKPINAR Perspektif
19 Kasım 2025 Çarşamba

19. yüzyılda da pasaport adı verilen belgeler vardı ama bugünkü anlamıyla sıkı denetimli, fotoğraflı, zorunlu bir kimlik belgesi değildi. Avrupa içinde seyahat çoğu zaman serbestti. Pasaport bir kontrol aracı değil, ancak ihtiyaç duyulursa kullanılan bir tavsiye mektubu niteliğindeydi. Bugün bildiğimiz anlamdaki pasaport uygulaması ise I. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıktı. Martin Lloyd’un ‘The Passport: The History of Man’s Most Travelled Document kitabı, cebimizde taşıdığımız bu küçük devletin tarihini anlatan ilginç bir çalışma. Gelin bu ay çantamızda taşıdığımız bu küçük devletin tarihine bakalım.

Bir suikastla gelen düzenleme

Lloyd kitabına bir sinema sahnesini anımsatan biçimde başlıyor. 14 Ocak 1858, Paris Operası’nın önü. III. Napoléon ve eşi Eugénie temsil izlemek üzere opera binasına yaklaşırlarken kalabalığın içinden arabalarına fırlatılan üç patlayıcı sokağı kan gölüne çevirir. Sekiz kişinin öldüğü, yüze yakın yaralının yerlere serildiği ortamda İmparator ve eşi kanlı elbiselerine aldırmadan cam kırıklarının üzerinden yürüyerek localarına girip William Tell uvertürünü dinlemeye giderler.

Asıl çarpıcı etki ise ertesi gün yaşanır. Halk, patlamalardan çok, bu patlamayı mümkün kılan şeye — bir pasaporta — odaklanır. Suikasti planlayan Felice Orsini adlı bir İtalyan devrimcidir. İtalya’nın birleşmesi için mücadele eden Orsini, bu hareketi engelleyen bir figür olarak gördüğünden III. Napoléon’u ortadan kaldırmak ister. Paris’e gitmek için kendisine ait olmayan, Londralı avukat Thomas Allsop adına düzenlenmiş bir Britanya pasaportunu kullanır. O dönem pasaportlarda fotoğraf ya da fiziksel tarif bulunmadığından sınırı bir İngiliz beyefendisi gibi geçer. Yani suikastı mümkün kılan, devletlerin karşılıklı güven üzerine kurulu gevşek pasaport sistemidir. Bombaların parçaladığı şey işte bu güvendir.

Suikasttan sonra Fransız kamuoyu ayağa kalkar. Patlayıcılar Birmingham’da üretilmiş, komplo Londra’da planlanmış, katil İngiliz pasaportuyla Paris’e gelmiştir. Fransız gazeteleri İngiltere için ‘suikastçıların sığınağı’ ifadesini kullanır. Napoléon’a yakın Le Moniteur’de subaylar, imparatora “Bizi bu katillerin inine, İngiltere’ye karşı savaşa götürün!” çağrısı yapmaya başlar. Bunun üzerine iki ülke arasındaki ilişkileri yumuşatmak için dönemin İngiltere Başbakanı Lord Palmerston, cinayet komplosunu ağır suç sayan bir yasa tasarısını gündeme getirir. Bu kez İngiliz muhalifler “Fransa imparatoru istedi diye İngiltere hukuku değişemez” diyerek ayağa kalkar. Ortalık tam anlamıyla yangın yeridir. Tasarı reddedilir ve akabinde hükümet düşer.

Bu kriz sonucunda çok önemli bir ilke yerleşir. Bu olaya kadar devletler birbirlerinin vatandaşlarına pasaport düzenleyebiliyorken, bu krizden sonra ilk kez bu uygulama yasaklanarak temel bir ilke kabul edilir. Böylelikle operanın önündeki o patlama yalnızca insanları değil, gevşek bir pasaport rejimini de paramparça eder.

Thebes’in duvarlarından Roma’ya, Tevrat’tan Magna Carta’ya geçiş belgeleri

Lloyd pasaport tarihini yalnızca 19. yüzyıla değil, binlerce yıl geriye götürüyor. Antik Mısır’da Thebes’te bir mezar duvarında görülen, sıraya girmiş insanlar ve onlara uzatılan küçük tabletleri ‘dünyanın ilk pasaport kuyruğu’ olarak tanımlıyor. Burada insanların kayıt altına alınıp bu küçük işaretlerle yollarına devam ettikleri düşünülüyor.

Tevrat’taki örnek ise daha dikkat çekici. MÖ 5. yüzyılda Pers Kralı Artahşasta’nın sarayında görev yapan Yahudi yetkili Nehemya, Kudüs’e gidip surları yeniden inşa edebilmek için kraldan “ırmağın ötesindeki valilere” hitaben yazılı izin mektupları alır. Bu mektuplar, bugünkü pasaportun en eski işlevsel karşılıklarından biri kabul edilir.

Roma İmparatorluğu’na gelindiğinde seyahat izni daha kurumsal bir nitelik kazanır. Augustus’un kurduğu ‘imperial posta’ sistemi için kullanılan tractorium, devlet görevlilerine at, araç ve konaklama temin eden resmi bir geçiş belgesidir. Katlanır tablet biçimindeki bu belgede imparatorun adı, yetkilendirilen kişi ve izin süresi yer alır. İmparator ölünce belgenin hükmünün sona ermesi, pasaportun egemenle birlikte yaşayan bir suret olduğunun erken bir örneğidir.

Ortaçağ İngiltere’sinde ise pasaport fikri ‘safe conduct’ ve ‘King’s licence’ adlarıyla karşımıza çıkar. Bir kişinin kralın topraklarına girip çıkabilmesi için hükümdarın güvenlik garantisini taşıması gerekir. 1215 tarihli Magna Carta’da yabancı tüccarlara tanınan ‘güvenli giriş–çıkış’ hakkı, bu nedenle pasaport tarihinin önemli dönüm noktalarından biri kabul edilir.

Egemenlik, kimlik ve geçiş hakkı

Lloyd, pasaportun gücünün aslında o küçük kâğıt parçasında değil, arkasındaki devlet otoritesinde yattığını hatırlatır. “Sahile çıkıp pasaportunuzu sallarken tepede elinde sopa tutan biri varsa, işe yarayan şey pasaport değil sopadır” diyerek bu durumu özetler. Bir pasaportun geçerli olabilmesi için onu tanıyan devletler, onu basan bir bürokrasi ve sınırda bu belgeyi kontrol eden görevliler gerekir.

Pasaport tarihinin bir başka kırılma hattı ise 20. yüzyılda Yahudilerin yaşadığı deneyimlerde görünür olur. Modern devletler kimin içeri girip giremeyeceğine karar verme gücünü keskinleştirdikçe pasaport yalnızca bir seyahat belgesi değil, hayatta kalma ile yok oluş arasındaki farkın belgesine dönüşür. I. Dünya Savaşı sonrası vatansız kalan on binlerce Yahudi, uluslararası toplumun ürettiği Nansen pasaportlarıyla sınırdan sınıra savrulur. Nazi Almanyası döneminde ise pasaporttaki bir J (Jude) damgası, dünyanın tüm kapılarının bir insanın yüzüne kapanmasının simgesi haline gelir. Bazı diplomatların sahte belgelerle kurtardıkları hayatlar kadar, pasaportu olmadığı için limanlardan geri çevrilenlerin hikâyeleri de bu tarihin karanlık sayfalarını oluşturur.

Bugün elimizde tuttuğumuz biyometrik pasaportlar, uzun bir mücadelenin, sayısız kaybın ve devletlerarası çekişmenin son halkasıdır. Orsini’nin cebindeki İngiliz pasaportundan Nansen belgelerine, J damgasından bugünün vize duvarlarına uzanan çizgi, devletlerin kimleri görünür kılıp kimleri görünmezleştirdiğinin hikâyesidir aslında.

Bugün Türkiye’den Schengen kuyruğuna giren, konsolosluklara banka dökümleri taşıyan, sırf coğrafi kaderi nedeniyle şüpheli yolcu muamelesi gören herkes, Lloyd’un anlattığı tarihsel sahnenin devamında duruyor. Pasaportlar sadece kimliğimiz değil, devletlerin birbirine verdiği güvencelerin, tutmadığı sözlerin, korkularının ve umutlarının toplamı olan bir belge. Lloyd’un kitabı da bunu hatırlatıyor: Bir gün bir pasaport, sıradan bir opera gecesinde, uzak bir hükümeti devirebilecek kadar güçlü olabilir.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün