Avraham Zafer İşcen
Yine günlerden pazartesi diye başlıyorum… BeŞem Kol… diye devam ediyorum bu görsel sanatlar kumpanyasına…
Hasan kardeşim arka planda bir progressive techno, bir Bach, bir Kırımlı Orhan Kencebay’dan eserler çalıyor. Hava kapalı, gri… ve Bayrampaşa Sanayi mi daha gri yoksa gökyüzü mü daha gri, bunu düşünüyorum.
Gri aklıma Schindler’in Listesi filmdeki girişi hatırlatıyor. Gri renk birdenbire mum olup tezahür ediyor karşımda.
Hasidik geleneğe göre her insan bir mum gibidir. Liadli Rav Şneur Zalman’nın Tanya eserinde belirttiği gibi, “Her ruh, kendi ışığını taşıyan bir mumdur, ne kadar karanlık olursa, ışığı o kadar parlak yanar” (Tanya, Igeret HaKodeş).
Bu metafor üzerinden bakınca, Bayrampaşa Sanayi’nin gri bacalarından yükselen duman, gri gökyüzünün altında sanki her bir işçi, kendi içsel mumunu yakıyor gibi görünüyor.
Bana göre dışarıdaki kasvet, içteki aydınlığın farkına varmamız için bir çağrı. Her insanın mumunun parlaklığı farklıdır. Breslovlu Rav Nahman, Likutey Moharan’da şöyle der: “Bir mumun alevi ne kadar küçük görünürse görünsün, karanlığı delen güç odur, gizli güç, en sessiz mumun içinde saklıdır” (Likutey Moharan, Bölüm II, Ders 51).
Bayrampaşa’nın gri sanayi manzarasında, her işçi kendi mumunu taşır. Kimi gözle görünür aydınlık saçar, kimi ise sessiz ve derin bir ışık taşır. Gri tonların içinde bu içsel ışıkları görebilmek, farkındalık ve sabır ister.
Her insanın mum ışığı, hem kendisi hem başkaları için bir rehberdir. Rav Moşe Haim Luzzatto, Mesilat Yeşarim’de “İnsan, kendi ruhunun ışığını yaymakla yükümlüdür. Başkasının karanlığını değil, kendi mumunu güçlendirmeli” der (Mesilat Yeşarim, Böl. 3).
Bu perspektiften bakınca, Bayrampaşa Sanayi’nin gri bacaları, gökyüzünün gri tonu ve insanların kendi mücadelesi, birbirini tamamlayan birer manevi ütopik ve/ya distopik ekosistem oluşturur.
Her insanın içindeki mum, sadece kendisini değil çevresini de aydınlatır. Tıpkı eski Midraş’ın kubbelerinin içinde yankılanan dualar-tefilalar gibi, her mum ışığı bir bütünün parçasıdır. Tek başına görünmese de kolektif ışık yaratır. Rav Şneur Zalman’ın dediği gibi, “Bir mum diğerini yakar, ışık zinciri kırılmaz” (Tanya, Şaar HaYihud VeHaEmuna). Bayrampaşa’nın gri sokakları, belki ilk bakışta kasvetli görünür, ama içindeki her insan, kendi mumunu yakarken, şehrin ruhunu aydınlatır.
Her insan bir kitap veya kitaplar kolektifi gibidir
Her insanın yaşamı, deneyimleri ve ruhu, tıpkı bir sayfa, bir bölüm ve bazen bir cilt oluşturur.
Başkalarının kitaplarına dokunmak, kendi kolektifimize katkı sağlar. Her biri bir ışıktır, bir rehberdir ve bir öğretidir. Gri Bayrampaşa ya da kapalı gökyüzü, bu kitapların sayfalarında saklı bilgeliği fark etmemiz için sadece bir fon oluşturur.
Birden o gölgelerin arkasında, kaldırımdan geçen Talmid Haham Yankele’yi gördüm sanki. Gözlerim eskisi gibi görmüyor ne yazık ki. Untergang dedikleri bu mudur acaba… Yankele’yi düşündüm uzun uzun. Gözlerimi kapattım ve uzunca bir süre yokluğu, boşluğu dinledim.
Ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum ama birdenbire kulaklarımda 19. yüzyılın sonlarına ait bir öykünün ritmi çınlamaya başladı.
Zamanın ötesinden bir gözlemci gibi bakıyordum. Her köşe, geçmişin bir yankısıydı. Ve o anda aklıma geldi Jacob Kats. Sosyalist hareketin öncüsü, tiyatrocu, halkın sesi olmuş adam… Kats’ın kurduğu tiyatrolarda sahne alan işçilerin yüzlerindeki umut ve cesaret, bugün bile içimi ısıtıyordu.
Kats, 1804’te Antwerp’te doğmuş, çocukluğu boyunca okuryazar olmamıştı. 18’ine geldiğinde akşam okullarıyla okuma yazmayı öğrenmiş ve hayatını halkın bilinçlenmesine adamıştı. 1833’te kurduğu ‘The Brotherhood / Kardeşlik’, özellikle okuma yazması olmayan işçiler için tartışma akşamları düzenliyordu.
Kats, bu örgüt içinde bir tiyatro grubu kurdu ve ‘Het Aerdsch Paradys / Dünyasal Cennet’ gibi sosyalist ütopya eserlerini sahneye koydu. Oyunlar, sadece eğlence amacı taşımıyordu. İzleyicilere sosyal adalet, eşitlik ve dayanışma kavramlarını öğretmeyi hedefliyordu.
Tam o anda, bir köşede durup beni izleyen bir genç dikkatimi çekti. Beni gördüğü evet benim farkındaydı.
Yankele… Aşkenaz kültürünün sıcaklığını ve devrimci ateşini bir arada taşıyan genç bir adamdı. Bir cebinde eski bir Hasidik eser, diğer cebinde ise Yidişce devrimci bir kitap vardı.
Sanki iki dünya, iki fikir, bir insanın omuzlarında buluşmuş gibiydi. Bir elinde kutsal metin, diğerinde radikal bir manifest… Ve kendi kendine “leben und lernen” diyordu; yaşamayı ve öğrenmeyi unutma.
Yankele’nin bakışları, tıpkı Vayeleh Peraşası’nda Moşe’nin halkına verdiği uyarı gibi derindi.
“Unutmayın, yolunuzu kaybederseniz bedeli ağır olur.” O, sadece tarih okuyan bir genç değildi. Geçmişin hatırasını bugüne taşıyan, kendi sessiz direnişini inşa eden bir aktördü.
Kats’ın tiyatroculuk ve sosyalist faaliyetleri, dönemin otoriteleri tarafından sıkça tehdit olarak algılandı. Sahnelediği oyunlar, yazdığı yazılar, polis şikayetlerine konu olmuş, sansür yasaları hazırlanmasına yol açmıştı. Ancak bu baskılara rağmen Kats’ın mücadelesi engellenemedi, engelleyemediler.

İki dünya
Aksine, halk içindeki etkisi daha da büyüdü. O, sadece bir tiyatrocu değildi, aynı zamanda bir gazeteci ve organizatördü. ‘The People’s Friend / Halkın Arkadaşı’ adlı dergide yazılar yazıyor, işçi sınıfının haklarını savunuyor ve onları bilinçlenmeye çağırıyordu.
Bir ara Yankele, cebindeki devrimci kitabı çıkarıp fısıldadı: “Bu kitap bana haklarımı, emeğimin değerini, dayanışmanın anlamını öğretiyor. Ve yine bu kitabı okurken, diğer cebimdeki Hasidik eser, ruhumu dinginleştiriyor, T-nrı’ya ve geçmişe bağlı kalmamı hatırlatıyor.” Kats’ın halk tiyatrolarındaki işçiler de, Yankele gibi iki dünyanın içinde yaşıyordu. Biri somut, mücadele ve eylem dünyası, diğeri manevi, içsel ve kadim geleneklerin dünyası. İşte burada, geçmişin uyarısı ile geleceğin umudu birleşiyordu – dinlenmek, öğrenmek ve çalışmak…
Kats’ın çalışmaları, 1833’te başlayan ‘The Brotherhood’dan üç kez tutuklanmasına, ardından yeniden tiyatro ve halk eğitimi faaliyetlerine kadar uzanıyordu. Halk tiyatroları, kütüphaneler ve konuşmalar aracılığıyla toplumun aydınlanmasını sağladı. 1872’de yayımladığı ‘Work and Capital’ adlı broşürde, iş ve sermaye kavramlarını insan varoluşunun ana unsurları olarak ele aldı.
Kapitalist sistemde bu iki unsur arasında uyum kurulabileceğini savundu. Kats’ın fikirleri, günümüz toplumsal adalet ve eşitlik tartışmaları için hala ilham kaynağıdır.
Gün batarken Brüksel’in taş sokaklarında yankılanan ayak sesleri, bir zamanlar Kats’ın tiyatrolarına giden işçilerin ve Yankele gibi gençlerin adımlarını hatırlattı bana. Her bir adım, hem uyarı hem umut taşıyordu.
Kats’ın eserleri, Yankele’nin cebindeki iki kitap ve Vayeleh Peraşası’nın çağrısı, hepsi aynı mesajı veriyordu. “Kendi yolunu seç, hakkını savun, ama ruhunu da unutmadan yaşa.”
Yankele, Brüksel’in sokaklarında yürürken cebindeki iki kitabı sıkıca tutuyordu. Bir yanda devrimci manifesto, bir yanda Hasidik eser. İkisi de ona hem mücadele etmesini hem de ruhunu kaybetmemesini hatırlatıyordu.
“Azoy vi di alte khazenen” diye mırıldandı. Tıpkı eski hahamlar gibi, bilgelik ve direniş yan yana olmalı.
Kats’ın tiyatrolarındaki işçiler gibi, Yankele de iki dünyanın içindeydi. Maddi ve manevi dünyalar.
Vayeleh Peraşası’ndaki Moşe’nin halkına uyarısı, Yankele’nin kulaklarında yankılanıyordu.
“Zihron ha’dereh, al tifroş min ha’emet” — yolunu kaybetme, doğruluktan sapma.
O, bu iki dünya arasında bir köprüydü.
Sokakta gördüğü yaşlı işçiler, kütüphanelerde okuyan çocuklar, Kats’ın tiyatro sahnesinde mücadele eden aktörler… Hepsi onun için birer yansımaydı ve Yankele, tıpkı Vayeleh’in öğütlediği gibi, kendi yolunu çizmek zorundaydı.
Gün batarken, Yankele bir ağacın altına oturdu. Brüksel sokaklarında yankılanan ayak sesleri artık onun içindeki ritimle birleşmişti.
Kats’ın tiyatrolarından çıkıp gelen işçilerin hayalleri ve Vayeleh’in uyarıları, onun ruhunda şekilleniyordu. “Oyf di velt, azoy vi in di tsaytn” — dünya böyle bir yerdi işte, geçmiş ve gelecek iç içe geçiyordu.
Bir çocuk, elinde Kats’ın bir oyun broşürüyle yanına geldi. “Yankele, bu tiyatro oyununu oynayabilir miyiz?” diye sordu. Yankele gülümsedi ve cebindeki devrimci kitabı gösterdi.
“Evet, ama unutmayın, oyun sadece sahnede değil, hayatın her anında devam ediyor.
“A yid darf arbetn, lernen, un hobn emes” — bir Yahudi çalışmalı, öğrenmeli ve doğruluğa sahip çıkmalı.”
O an, Yankele kendi içindeki Kats’ı fark etti. Cesur, kararlı ve halka adaletin yolunu gösteren bir lider ve anladı ki Vayeleh’in öğütleri, sadece antik bir uyarı değildir.
Bugün yaşayan herkes için bir rehberdir. Yolunu kaybetmek, sadece bireysel değil, toplumsal bir felakete de yol açabilir.
Yankele’nin hikayesi, bize bir çağrıydı, bir çağrıdır aslında. Geçmişi hatırla, ruhunu kaybetme, doğruluktan sapma ve gerektiğinde cesurca adım at.
Kats’ın tiyatro sahneleri, gazetecilik yazıları ve organizasyonları, Yankele’nin yoldaşı olmuştu.
Şimdi, sevgili okuyucum, sen de bu satırları okurken kendi cebinde ve/ya çantanda bir devrimci kitap ve manevi bir eser taşımaya başlayabilirsin. Tıpkı Yankele gibi, hem geçmişi hem de geleceği kucaklayabilir, hem ruhunu hem de toplumu besleyebilirsin.
Çünkü uyanış, her zaman bir kişinin cesaretiyle başlar. Bazen tiyatro sahnesinde, bazen sokak köşesinde, bazen de kendi yüreğinde…
---
Kaynakça
Tanya – Rav Şneur Zalman of Liadi, Igeret HaKodeş, Shaar HaYihud VeHaEmuna.
Likutey Moharan – Rav Nachman of Breslov, Bölüm II, Ders 51.
Mesilat Yeşarim – Rav Moshe Chaim Luzzatto, Bölüm 3.
Work and Capital – Jacob Kats, 1872.
Het Aerdsch Paradys / Dünyasal Cennet – Jacob Kats, 1835.