METİN SARFATİ İLE EDEBİYATTAKİ FELSEFE - 4

Edebiyatın ölümü mümkün mü: Yas, yazı ve son üzerine

Perspektif
3 Aralık 2025 Çarşamba

Edebiyat sonrası bir dünyaya doğru mu gidiyoruz yoksa edebiyat sonrası bir dünyada zaten yaşamaya başladık mı? Daha önceki derslerde temel tez buydu. Fakat aynı zamanda bu tezin antitezini de dile getirmek istiyordum: “Edebiyat sonrası” mümkün olamaz mı? Yani edebiyat ölmez mi? Edebiyat için ölümün mümkün olup olmadığı tezine girmek istiyorum, tabii ara ara Don Quijote'ye dönmek ve bunları Cervantes ile ilişkilendirmek üzere.

Montaigne’den hatırlamaya başlayalım. Montaigne diyordu ki ölüm yaşamın amacı değildir, yani ölmek için yaşanmaz, buna karşılık yaşamın son noktasıdır. Peki bu durumda edebiyatın amacı nedir? Edebiyat, ne için edebiyattır? Sona ulaşmak edebiyatın ucu mudur? Yoksa edebiyatın amacı mıdır? Hemen arkasından şu soru gelecek: Edebiyatın sınırları var mıdır? Yani tahayyül özgürlüğünün bir sınırı var mıdır? Paul Valery, hangi tanrı amacım hayal kırıklığına uğratmaktır diyebilir ki, diye sorar? Roland Barthes ise, edebiyat belki de bu tanrıdır, diye yorumlar, edebiyat hayal kırıklığına uğratandır. Belki bir gün edebiyat hayal kırıklığına uğratmanın sanatı olarak betimlenebilecektir, diye devam eder. Ama hayal kırıklığı her zaman olumsuzluk içermeyebilir.

Belki de edebiyatın temel amaçlarından biri, bir yas, bir ağıt deneyimi olmasıdır. Proust ‘Kayıp Zamanın İzinde’de, sanatın ham maddesi duygular, ıstıraplar, kıskançlık değil midir diye sorar? Yazmak ise bu duyguları genelleştirip yasalarını bulma çabası değil midir? Yazar için de bunlara ulaşmak mutluluktur. İlginçtir, yazarın mutluluğunun kaynağı, hayalinin tükenişidir.

Demek ki yazmak, acıyı sanatla aşmak olacaktır. Acı sanatla aşılabilir mi? Aşılabilir tezini savunmak istiyoruz burada. O zaman hemen sormak lazım. Edebiyatta yaşamak bir hayal kırıklığı mıdır? Edebiyat yasla at başı mı gider? At başı gittiği için, bu yas kendi yası olabilir mi?

Proust şöyle diyor Kayıp Zamanın İzinde’de: “Sadece ıstırap çekmeye eğilimli değildim, aynı zamanda kendi ıstırabımın orijinal olduğunu düşünüyordum hep.”[i] Bu hepimizin içine düştüğü kendi narsisizmimizin bir parçası olmaz mı? Proust bunu büyükannesinin ölümünü öğrenince düşünecek. İşte burada edebiyatın amaçlarını anlıyor, sonunu ve sınırlarını düşünüyoruz: ölümü, kederi, yası başkalarının kelimeleriyle, yani herkesin sözcükleriyle ifade ediyoruz.

Sartre, Sözcüklerim’de “Hiçbir zaman kendimi bir yeteneğin büyük ve tek sahibi olarak düşünmedim. Tek amacım, inancım ve emeğimle kendimi kurtarmaktı. Böylece kimseden üstün olmak değil kendi yapıtıma kendimi kurtarmak için bıraktım. Hiçbir zaman diğerlerinden üstün bir yeteneğe sahip olduğumu düşünmedim. Çünkü bir insan bütün insanlardan oluşur,” diyor. [ii]

Barthes ise Yas Güncesi’nde annesinin ölümünden sonra yas ile edebiyat arasındaki ilişki kurar, ölümden sonra yazıyı bırakmak, yazmamak veya tümden yazıyı bırakmak üzerine düşünür ve yeniden yazmaya başlamak bir saygısızlık olur mu, diye sorar.

‘Yazarın Ölümü’ teorisiyle tanınan Barthes, aynı zamanda büyük bir duygusaldı. Le Neutre başlıklı derslerinde, “ölmüş bir yazarı okumak, ki o yazar bana göre hala yaşamaktadır, metninin yaşamının yoğunluğu ile yazarın öldüğünü bilmenin hüznü arasındaki çelişkinin bilincinde olmak beni sarsar. Bir yazarın ölümü beni hep üzer, ölümlerini anlatan metinler beni etkiler: Yas, canlıdır,” der. Bir metnin yaşamı, Barthes’a yazarının ölümü kadar dokunaklı görünürdü. Çünkü yazarın ölümü artık gerçek bir bireyin ölümü gibi anlaşılır olmuştur.[iii] Yazarın ölümü de edebiyatın küçük bir ölümü gibi olacaktır. Edebiyat ölür mü? Ölen her yazarla metnin de biraz ölümü ancak edebiyatı mümkün bir edebiyat yapacaktır.

***

Don Quijote'nin kitaplara bir ihtirası vardır. Kitapların dünyasının, kitapların dile getirdikleri dünyadan çok daha gerçek olduğunu düşünecektir. Don Quijote sembolik anlamda bir Platoncudur neredeyse. Fikrinin gerçekliği dünyanın gerçekliğinden daha doğrudur. Gerçek yoktur veya gerçek önemli değildir.

Eğer Gezginci Şövalye devler görüyorsa ve Sancho buna değirmen diyorsa, Don Quijote kendi görüşünün, Sancho’nun gördüklerinden daha doğru olduğunu söyleyecektir. Don Quijote'nin deliliği bu durumda kendi fikrinin, görünenin gerçekliğinden daha gerçek olmasına inanmasından kaynaklanacaktır.    

***

Barthes’a göre yas aslında yaşamın bizzat kendisidir. Her okuma arkada bir hüzün bırakır. Çünkü ölen, yalnız yazarlar değildir. Aynı zamanda kitaplar da ölür çünkü biter. Yazarın bizzat kendisi de en sonunda kahramanlarını terk etmek zorunda kalır ve bunun üzüntüsünü hisseder. Ebedi çocuklar gibi bizler de ‘yazarın ölümü’ teorisinin içsel sonuçlarını ve kahramanın ölümünü reddederiz ve aynı Proust gibi edebiyatla hayat birbirine karışsın isteriz. Diyor ki Proust, öyle isterdik ki kitap devam etsin ama bu imkansızsa, en azından kahramanlarının daha sonra neler yaptığından haberdar olalım, onların bize öğrettiği aşkla bütünleşelim. İnsan yaşantısı ölümün reddi değil midir biraz da? Biz de yazarın ölümünü reddetmez miyiz?

O zaman edebiyatın sonrası tezi mümkün değil midir? Bugün gördüğümüz edebiyatın sonuna ilişkin tezler acaba yanlış mıdır? Der ki Proust, “Nihayet son sayfayı okudum. Kitap bitmişti. Peki bu ölüm değil midir?”[iv]

Aslında belki de yapıt ölmesin, edebiyat ölmesin isteriz. Eğer edebiyat sonrası bir dünyaya geleceksek hüzünlü olacaktır bu dünya. Kurak olacaktır. 

Basta sorduğumuz soruyu tekrar ortaya koyalım.

Edebiyat sonrası bir dünyada yaşıyor muyuz, yaşamamız mümkün mü? 20. yüzyıl entelektüelleri gibi bu sadece bizim fikrimizden mi ibaret? Fikrimiz, gerçekten daha mı doğru? Don Quijote'nin dediği gibi değirmenler aslında kendisine saldıran zırhlı silahşörler mi?


[i] Proust, Marcel. Sodome et Gomorrhe II. In : À la recherche du temps perdu, vol. 4. Paris : Gallimard, 1988.

[ii] Sartre, Jean-Paul. Les Mots. Paris : Gallimard, 1964.

[iii] Compagnon, Antoine. La vie derrière soi. Paris : Gallimard, 2021.

[iv] Compagnon, Antoine. La vie derrière soi. Paris : Gallimard, 2021.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün