19´unda raketi bıraktı, 41´inde rahibe oldu… 60´ında hâlâ servis atıyor… Bu kez sevgiyle…
Andrea Jaeger’in 40 yıllık sessiz zaferi
Bir zamanlar dünya iki numarasıydı. Henüz 14 yaşında, 1979 yılında profesyonel kortlara adım attığı andan itibaren tenis dünyasını sarsmıştı. 15 yaşında Wimbledon’da en genç seri başı oyuncu rekorunu kırdı; 16 yaşında bir milyon dolar kazanan ilk kadın tenisçi unvanını aldı. 1982 Roland Garros finali, 1983 Wimbledon finali… Toplam on WTA single şampiyonluğu elde etti. Dönemin iki devi Martina Navratilova ve Chris Evert’i defalarca titretti, birkaç kez yendi. 1981’de Avustralya Açık yarı finali, 1982’de ABD Açık çeyrek finali, 1980 ve 1983’te iki kez dünya iki numarası oldu. Ama Andrea Jaeger, henüz 19 yaşındayken, omzundaki ağır sakatlık bahanesiyle raketi bıraktığında kimse gerçek sebebi tahmin edememişti: O, tribünlerin geçici alkışlarını değil, kalbindeki susturulamayan manevi çağrıyı seçmişti.
Bugün tam 60 yaşında. Colorado dağlarının eteğinde, 55 dönümlük ‘Silver Lining Ranch’te uzun siyah rahibe elbisesi içinde çocuklarla çevrili dolaşıyor. Adı artık ‘Sister Andrea’. 16 Eylül 2006’da Episkopal Dominiken Tarikatı’nda resmî yemin ederek rahibe olmuş, tenis tarihinin en erken biten kariyerinin sahibinden kanserli ve dezavantajlı çocuklara adanmış sessiz bir kahramana dönüşmüştü.
Otobiyografisi First Service’da (2004) şöyle yazmıştı:
“Wimbledon finalinde Navratilova’ya yenildiğim gün tribünlerden gelen derin sessizlik bana her şeyi öğretti. Alkışlar bir gün bitecek. Ama bir çocuğun gülüşü sonsuza dek kalır. O an anladım ki benim asıl saham kort değil, insanların kalbiydi.”
Çocukluktan zirveye, oradan sessizliğe
Chicago’nun işçi mahallelerinde, eski profesyonel boksör Roland Jaeger’ın kızı olarak dünyaya geldi. Babası onu sekiz yaşından itibaren her sabah saat beş buçukta beton kortlara götürüyordu. Disiplin acımasızdı; günde on saati bulan antrenmanlar yapıyordu. “Acıya dayanmak zorundasın, dünya sana acımayacak” derdi babası. Andrea 14 yaşında ilk WTA turnuvasını kazandığında dünya onu ‘yeni Tracy Austin’ diye tanıtmaya başladı. 1980’de 15 yaşında US Open yarı finali, 1982 Roland Garros finali, 1983 Wimbledon finali… Kazandığı 1,4 milyon dolar bugünün parasıyla 5 milyon dolardan fazlaydı.
Ama başarıların gölgesinde çok karanlık bir dünya vardı. Otellerde yalnız bırakılıyor, bazı yetişkin görevliler tarafından cinsel tacize uğruyor, ayakkabılarına jilet konuluyor, soyunma odalarında tehdit ediliyordu. 2017’de ilk kez açıkça anlattı. WTA’nın üst düzey bir yetkilisi 14-16 yaşları arasında kendisine sistematik cinsel tacizde bulunmuş, şikâyet ettiğinde susturulmuştu. Kitabında şöyle yazmıştı:
“Bir gece otel odama geldiğinde 15 yaşındaydım. Kapıyı çaldı, ‘Masaj yapacağım’ dedi. Çığlık attım ama kimse gelmedi. O gece tenisi değil, çocukluğumu kaybettim. Tenis dünyası beni koruyan değil, susturan taraftı.”
1983 Wimbledon finalinde Navratilova’ya 6-0, 6-3 yenildiğinde maç sonrası gözyaşları içinde “Artık bu oyunu sevmiyorum” demişti. Bir yıl sonra, 19 yaşında, tenisi bıraktığını açıkladı.

19’dan 41’e: Raket yerine çocuk elleri
Tenisi bıraktığı gün aslında çok daha büyük bir maç başlamıştı. 1985’te omuz ameliyatları sırasında hastane odalarında lösemi ve kanserle savaşan çocuklarla tanıştı. Kitaptan:
“Yan odada 7 yaşında bir çocuk saçsızdı ama gülüyordu. O gülüş bana şunu öğretti: Gerçek şampiyonluk kortta değil, hayatta kalmaktır. O anda karar verdim: Artık başkaları için oynayacağım.”
Kazandığı tüm parayı çocuklara harcamaya başladı. 1990’da Silver Lining Foundation’ı kurdu, Aspen yakınlarında yedi yataklı bir çiftlik satın aldı. İlk ‘hayal gezileri’ni başlattı: terminal dönem çocuklarını özel uçakla Disney World’e, Hawaii’ye, balina izlemeye götürüyordu. Çocuklar geri döndüğünde “Hayatımda ilk kez deniz gördüm” diyordu. 1996’da çiftlik 55 dönüm oldu, adı Silver Lining Ranch konuldu. O yıl ABD’nin kamu hizmetinde en prestijli ödüllerinden Jefferson Award’u aldı.
2000’li yıllarda vakıf yılda binin üzerinde çocuğa ulaşıyordu. Sabah beş buçukta kalkıyor, atlara yem veriyor, uçak bileti alıyor, akşam kamp ateşinde marshmallow kızartıyordu. Kitaptan:
“Bir çocuk Hawaii’de ilk kez denize girdiğinde bana sarılıp ‘Cennet burası mı?’ diye sordu. O an anladım: Benim yeni kortum burası. Artık attığım her servis bir çocuğun kalbine gidiyor.”
2004’te First Service çok satanlar listesine girdi. Kitap turnelerinde kiliselerde konuşmaya başladı. İnsanlar fısıldaşıyordu: “Bu kız rahibe olacak.” 2005’te Episkopal Kilisesi’yle resmî temas kurdu. 2006’da, 41 yaşında, vakfı profesyonel yöneticilere devredip Dominiken Rahibeler Tarikatı’na girdi. Kitaptan son satırlar:
“Raketimi bıraktığım gün değil, haçı aldığım gün gerçek özgürlüğü buldum. Çünkü artık başkası için yaşıyordum. Tenis bana acı çekmeyi öğretmişti, rahibelik ise o acıyı şefkate dönüştürmeyi öğretti.”
Sabah dörtte kalkıp dua ediyor, ardından çiftliğe gidiyor. Çocuklar ona “Sister A” diyor. Geçen ay 9 yaşındaki Mia’yla at binmiş. Kemoterapi yüzünden saçları yoktu ama gözleri pırıl pırıldı. “Sister A, iyileşirsem seninle Wimbledon’da oynayacağım” dedi. Sister Andrea gülümseyerek: “Sen zaten şampiyon oldun, Mia. Senin zaferin kortta değil, iyileşmende.”
Hâlâ genç tenisçilere mektup yazıyor:
“Kazandığın her kupa bir gün tozlanacak. Ama bir çocuğun gülümsemesine sebep olduğunda, o zafer sonsuza dek seninle kalır. Tenis size çok şey öğretir ama en büyük dersi başkalarına hizmet etmek öğretir.”
Martina Navratilova 2023’te bir belgeselde şöyle demişti:
“Kortta birbirimizi yok etmeye çalışıyorduk. Andrea ise kendini tamamen başkalarına adamayı seçti. Onun yaptığı şey, benim tüm Grand Slamlerimden daha büyük.”
Chris Evert ise şöyle ekledi:
“Onun gibi bir yeteneğin tenisi bırakması hâlâ içimi acıtıyor ama yaptığı iş, kazandığı tüm kupalardan çok daha büyük. Andrea’nın hikâyesi bize şunu gösteriyor: Gerçek zafer, başkalarının hayatını değiştirebilmektir.”
60 yaşında hala servis atıyor
Bugün Colorado dağlarında atlara biniyor, çocuklarla kamp ateşinde şarkı söylüyor. Rahibe elbisesiyle tenis kortuna da çıkıyor; çocuklara forehand öğretirken rahibe örtüsü rüzgârda uçuşuyor. Çocuklar ona “Sister A, topu çok sert vuruyorsun!” diye bağırıyor, o da gülerek “Artık sert vurduğum yer kalpler” diyor.
“Tenis bana disiplin, dayanıklılık ve acı çekmeyi öğretti; rahibelik ise o acıyı başkalarına şefkat ve iyileşme olarak geri vermeyi. Benim için asıl Grand Slam, bir çocuğun ‘Sister Andrea, iyileştim’ demesi.”
Andrea Jaeger, belki de tenis tarihinin en erken biten kariyerinin sahibiydi. Ama aynı zamanda en uzun süren zaferin. Çünkü onun maçı 40 yıldır devam ediyor; sadece skor tabelası artık gökyüzünde. Ve bu kez her sayı bir çocuğun gülüşüyle yazılıyor.