Son yıllarda dünya ekonomisinin gündeminde en çok tartışılan başlıklardan biri, küresel ısınmanın yalnızca çevresel bir tehdit olmadığı; aynı zamanda tarım, üretim maliyetleri, tedarik zinciri ve gıda güvenliği üzerinde sistematik bir ekonomik risk yarattığı gerçeği.
Bilimsel raporlar, iklim değişikliğinin artık geleceğe yönelik bir ihtimal olmadığını; zaten çalışan ekonomik düzenin içine sızmış, maliyetleri dönüştüren ve kaynakları giderek daraltan bir realite olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bugün konuşulan klasik ekonomik sorunlar — enflasyon, işsizlik, enerji maliyetleri, cari açık — küresel ısınmanın tetiklediği gıda üretim riski ile birleşince, çok boyutlu bir küresel tehdit ortaya çıkıyor.
Tarım sektörü, iklim değişikliğinin en hızlı ve en doğrudan etkilediği alanlardan biri. Artan sıcaklıklar, düzensiz yağış rejimi, kuraklık, sel ve dolu gibi ani meteorolojik olaylar, ekim-dikim sezonlarının kaymasına yol açarken, verimliliği düşürüyor. Üreticilerin karşılaştığı problem yalnızca mevsimsel belirsizlik değil; sulama, gübre, enerji ve lojistik maliyetlerinin de iklim koşulları nedeniyle daha oynak hale gelmesi. Bu durum, tarımın diğer sektörlere göre daha kırılgan bir yapıda olmasına yol açıyor. Örneğin, birçok ülkede üreticiler artık sigorta, borçlanma ve yatırım kararlarını “hava riskine” göre belirliyor; bu da finansal sistemin yeni tür mali stres testleriyle karşı karşıya kalacağını gösteriyor.
Gıda güvenliği ise yalnızca üretim miktarına değil; fiyat istikrarına, ulaşılabilirliğe, kaliteye ve sürdürülebilirliğe dayanıyor. Küresel ısınma, bu dört unsurun tamamını aynı anda tehdit ediyor. Tarımsal ürünlerin azalması, fiyatları yükseltirken, düşük gelir gruplarının beslenme hakkı ciddi şekilde zarar görüyor. Bu durum, özellikle gelişmekte olan ülkelerde siyasi, sosyal ve demografik etkiler yaratabilir. Nitekim yüksek gıda fiyatları, tarih boyunca önemli toplumsal hareketlerin tetikleyicisi olmuştur.
Avrupa Birliği’nin uyguladığı ‘Yeşil Mutabakat’ stratejisi, tarımsal üretimde karbon nötr politikaların yaygınlaştırılmasını hedefliyor. Ancak bu dönüşüm, özellikle ihracata dayalı ekonomiler için yeni mali yükler ve standartlara uyum zorunluluğu anlamına geliyor. Türkiye gibi hem tarım üretiminde hem de ithal girdi kullanımında hassas konumda olan ülkeler, iklim temelli ekonomik risklere karşı daha duyarlı hale geliyor. Bu nedenle, iklim krizi yalnızca bir çevre politikası değil, aynı zamanda bir rekabet stratejisi, piyasa uyum politikası ve uzun vadeli ekonomik yatırım planlamasıdır.
Özellikle Akdeniz ülkeleri, iklim değişikliğinden en fazla etkileneceği öngörülen bölgelerden biri olarak değerlendiriliyor. Bu coğrafyada sıcaklık artışları, toprak nem kaybı ve su kaynaklarının azalması, tarımsal üretim desenlerinin değişmesine yol açıyor. Örneğin, zeytin, buğday, üzüm ve turunçgil gibi bölgesel temel ürünlerde verim dalgalanmalarının artması bekleniyor. Bunun sonucunda yerel üretimden uluslararası ticarete kadar tüm fiyat mekanizmaları yeniden şekillenebilir. Dolayısıyla ekonomistler önümüzdeki yıllarda en kritik soru başlığının “hangi ürünü, nerede ve hangi maliyetle üreteceğiz?” olacağını öngörüyor.
Diğer yandan, iklim nedeniyle artan maliyetleri absorbe etmekte zorlanan küçük ve orta ölçekli çiftçiler piyasadan çekilmeye başladıkça, tarımsal üretimin tekelleşme riski de gündeme geliyor. Bu durumun uzun vadeli yansıması, birkaç büyük şirketin kontrol ettiği stratejik gıda piyasaları olabilir. Böyle bir senaryoda, fiyatlar piyasadan ziyade güç dengeleri tarafından belirlenebilir. Bu da devletlerin tarım destek politikalarını, yalnızca sosyal değil, ulusal güvenlik politikası seviyesine taşımak zorunda bırakabilir.
Küresel ısınma temelli gıda güvensizliği yalnızca mevcut kaynakların azalmasıyla sınırlı değildir; aynı zamanda beslenme kalitesinin düşmesi, hastalık risklerinin artması ve yeni tarım teknolojilerine zorunlu geçiş gibi dinamikleri de beraberinde getirir. Özellikle dikey tarım, hidroponik sistemler, su verimliliği optimizasyonu, tohum geliştirme teknolojileri ve yapay zekâ destekli tarım yönetimi gibi alanlara yapılan yatırımlar önce yüksek maliyetli görünse de, uzun vadede dünya ekonomisinin ayakta kalması için zorunlu hale gelecektir.
Sonuç olarak, küresel ısınmanın etkileri artık tartışma değil, hesaplama dönemi içindedir. Ekonomiler, yalnızca üretim rakamlarıyla değil, doğayla uyum kapasitesi ile değerlendirilecektir. Bu nedenle uluslararası ekonomi literatüründe gittikçe yaygınlaşan yeni kavramlar, geleceğin yol haritasını belirliyor: iklim finansmanı, yeşil büyüme, karbon ticareti, sürdürülebilir tarımsal inovasyon ve gıda diplomasisi.
Gelecek, yalnızca ne kadar ürettiğimizle değil, nasıl ürettiğimizle şekillenecek.