METİN SARFATİ İLE EDEBİYATTAKİ FELSEFE II - Edebiyat Sonrasını Düşünmek

Perspektif
1 Ekim 2025 Çarşamba

Finkielkraut’a göre edebiyat sonrası çağını yaşıyoruz. Bu çağ, dokununca insanın içini ürperten, metaliğin verdiği soğuğu, ölümü, bitişi anlatan bir tat veriyor bana. Çünkü edebiyat, varlığı çok yönlü anlamak ve varlığı anlarken insanı sevmenin anlamını bize verecek olandır. Maalesef bugün yaşadığımız dönem bunun dönemi değil.  Belirsizliklerin hâkim olduğu bu çağda sanki her şey belirliymiş, sanki her şeyden çok eminmişiz gibi düşünme, dünyayı öyle algılama dönemi başlıyor.

Edebiyat sonrası dönemde artık nüans yoktur. Sevgili Çetin Altan derdi ki; “uygarlık ayrıntıda gizlidir.” Bugün artık ayrıntıların terk edildiği bir dönemdir. Ayrıntılarla uğraşmanın imkânı yoktur çünkü hız ve haz toplumunda herkes, her şeyi, her zaman biliyordur. Dolayısıyla kimsenin ayrıntılar içinde boğulmaya zamanı yoktur ve gerek de görmemektedir. Buna post-edebi bir dönem diyebiliriz. Post-edebi dönemde gizemli ve saklı bir şey yoktur. Herkes bugün teşhirci ve röntgencidir. Çoğunluğun sissiz ve gizemsiz bir şekilde haklı olduğunun düşünüldüğü bir dönemdir bugün. Çünkü gri bölgeler içinde dolaşan, yani hayata siyah ve beyaz içinde bakmayan, varoluşu normatif, ahlaki bir bakışla görmeyen edebiyatın yavaşça sona erdiği bir dönemi yaşıyoruz.

Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra ideolojiler kalkacak ve özgürlüğün dönemi başlayacak diye umut etmişti dünya. Fakat geldiğimiz yerde küresel olarak büyük bir entelektüel yoksullaşmanın dönemi yaşadığımızı görüyorum. Mesela Marcel Proust’un Swann’ın Bir Aşkı’nı okumaya kimsenin vakti yok. Ama Proust’tan iki satır alıntı yapıp, üzerine bir şey söylüyormuş izlenimi verilebilecektir. Proust okumadan insan tabiatı üzerine, kadın ve erkek üzerine ne kadar kesin ve iddialı cümleler kurduğumuzun farkında mıyız? Bu, edebiyatın yavaşça hayatımızdan çekilmesiyle oluyor. Kesin doğruluğu olan hayatların mümkün olmadığı, yaşamın sadece siyah ve beyaz olmadığı, insanın varoluşunun iyi ve kötü olarak ayrılamayacağı ancak edebiyatla kavranabilecektir.

İktisatta bir kural vardır: kötü para, iyi parayı kovar. Çünkü kötü paranın karşısına iyi para piyasadan çekilmek ister. Bugün niteliksel olarak, kötü birey ve topluma teslim olmuş durumdayız. Edebiyat toplumsal ve bireysel varoluşta, yani bireyin ve toplumun kendini anlamasında, değerlendirmesinde etkinliğini kaybetmiş durumdadır. Mesela bugün ‘kendini iyi hissetme’ kültürü popülerdir. Bu ‘kendi’ kelimesi bireyselin niteliksel olarak alt düzeydeki varlığına işaret eder. Dolayısıyla kişi görünme ihtiyacı içinde tatmin olacaktır. Varlığını sahip olmaya, sahip olmayı da görünmeye bırakacaktır.

Bugünün dünyasında görünmektir asıl değer

Yapıtında insanın bütün ahlaki ve tinsel konumunu, insan doğasının temel özelliklerini anlatan Baudelaire’e de ihtiyacımız yok artık. Hâlbuki Baudelaire insanın Tanrı ile Şeytan arasında nasıl savaştığını, beden ve ruh arasındaki dualiteyi veya tekliği, iyi ile kötü arasında kararsızca gidip gelen ‘ben’i ve ‘biz’i, hepimizi anlatmaya çalışmıştı. Onun gerçeklikleri sloganlı ve ‘hashtag’li değildi. Varoluş sorunlarına derinliğine değinmişti Baudelaire. İnsanın bu bilinç kapısından geçmedikçe, ne kadar sıkıcı ve anlamsız bir dünyada yaşayacağını söylemiştir.

Tartışmanın ve şüphenin olmadığı bir dönemdeyiz. Herkes biliyor neyin ne olduğunu (!). Herkes taklit ederek biliyor. Çünkü Girard’ın dediği gibi, taklit bizim eylem motifimiz olmuş durumda. Spinoza’nın da dediği gibi, kanaatlerimiz ile hareket ederiz. Nietzsche ne diyordu? Kanaatler tehlikelidir, despotiktir. Kanaat sahibi kanaatinden şüphe etmeyecektir.

Edebiyatın olmadığı dünyada sis yok, gizem yok, her şey açık. Herkes her şeyi biliyor bugünün dünyasında. İdeolojilerin çağı bitti ama onun yerine yeni ideolojilerin çağı başladı; ‘hashtag’lerin çağı. Ve işin ilginci, bu sefer ilginç bir şekilde, gönüllü bir şekilde, despotizmimizi kendimiz yaratıyoruz. O kadar eminiz doğrularımızdan, edebiyatın olmadığı dünyada. Başka türlüsü de mümkün olamazdı çünkü edebiyatın olmadığı yerde ideoloji vardır.

Yeni bir dinselliğin dünyasındayız neredeyse. Bugün de sosyal medyanın fenomenleri bir baskı kurmaktadırlar aslında. Size ne giyeceğinizi, nasıl davranacağınızı, nasıl yemek yiyeceğinizi, ne yiyeceğinizi söylüyorlar. Takipçileri üzerinde ağır bir baskı var ve o baskı içinde yaşamaya çalışan biz sıradan insanlar varız. Edebiyatın o ince mizahı, insanlığa yaklaşımı, yeni dinselliğin dünyasında yok. Bugün nasıl davranılacağı, ne yapılacağı, nelere doğru ve nelere yanlış denileceği, kesin doğru ve yanlış değerlendirmeler var. Fakat edebiyat, aynı sanat gibi saf yararcı bir düzeye indirgenemez. Burada edebiyatın başka bir yeri vardır, bize duyarlılık kazandırmak gibi. Bize yaşam duyarlılığı, yaşam inceliği, kompleks yaşam içinde güzeli tatma ve anlama esasını verecek bir niteliği olmalıdır. Yani varlığı anlamlı hale getirmektir edebiyatın anlamı. Varlığı, var olma düzeyine getirmektir. Bu durumda filozof, arayandır. Filozof eksik olanı görendir, onu ilk hissedendir, eksikliğin tamamlanması isteğini görendir ve bunu insanlara gösterendir. Flaubert diyordu ki, “bir şeyi en derinliğine hissetmek istiyorsanız, onun üzüntüsünü çekmeniz lazım. Ancak o zaman anlayabilirsiniz.” Bu durumda filozof eksik olanın derin üzüntüsünü her zaman duyandır. Filozof, olmayana özlem duyandır. ‘Hashtag’lerin dünyasındaki insan değildir; edebiyatçı ise hiç değildir.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün