Leon Amram
Üniversitedeki ilk senemde matematik profesörü sınıfa girer girmez “Herkes nerede?” diye sormuştu. Ben o zamanlar bu sorunun annemin hepimizi yemeğe beklerken sorduğu soru ile aynı olduğunu düşünmüştüm. Yanılmışım… Ancak her ikisi arasında bir bağlam vardı.
Fermi’nin Sorusu
1950’de Enrico Fermi, meslektaşlarıyla öğle yemeği sırasında basit gibi görünen bir soru sordu: “Herkes nerede?” Elbette kastettiği, dünya dışı uygarlıklardı. Evrenin büyüklüğü ve yaşına bakıldığında, gelişmiş yaşamın yaygın olması gerekirken, elimizde sadece sessizlik vardı. Bu paradoks, yalnızca bilimsel değil, aynı zamanda felsefi bir defiydi (sorgulayıcı meydan okuma); bizi sayıların, olasılıkların ve anlamın ilişkisini sorgulamaya zorlayacaktı.
Astronomik Ölçek
Astronomi bu Fermi paradoksunu daha da büyütür. Samanyolu galaksisi yaklaşık 200–400 milyar yıldız içerir ve Kepler Teleskobu’nun gözlemleri neredeyse her yıldızın gezegenlere sahip olduğunu göstermektedir. Bu gezegenlerden milyarlarcası, sıvı suyun var olabileceği yaşanabilir bölgede yer alır. Bu akıl yürütmeyi yaklaşık iki trilyon galaksiye yayarsak, evren fırsatlarla dolup taşan bir sahneye benzer.
Ama on yıllardır süren aramalara rağmen, ne radyo teleskopları hiçbir sinyal duymadı, ne de uzay sondaları hiçbir yapay eser bulmadı. Evren, tüm ihtişamına rağmen sessizliğini korudu.
Olasılık ve Beklentinin Matematiği
Burada matematik, felsefi gerilimi keskinleştirir. 1961’de formüle edilen Drake Denklemi, galaksimizde iletişim kurabilen uygarlıkların sayısını tahmin etmeye çalışır:
N = R* × fp × ne × fl × fi × fc × L
Her terim bir olasılığı temsil eder: yıldız oluşum oranı, yıldızların gezegenlere sahip olma oranı, yaşanabilir gezegen sayısı, yaşamın ortaya çıkma ihtimali, zekânın gelişme ihtimali, teknolojik iletişimin ortaya çıkma ihtimali ve bu tür uygarlıkların algılanabilir sürekliliği.
En tutucu varsayımlarla bile bu denklem, çok sayıda uygarlığın var olması gerektiğini öne sürer. Ancak yaşadığımız sessizlik, en az bir faktörün neredeyse sıfıra yakın olduğunu gösterir. Paradoks, kısmen bir matematik yanılsamasıdır: olasılık bolluğu öngörür, gözlem ise yokluğu verir.
Bilimsel Açıklamalar: Filtreler ve Sınırlar
Bilim birkaç olası açıklama sunar:
- Nadir Dünya Hipotezi: Karmaşık yaşam, belki de son derece düşük ihtimalli koşulların (büyük bir ay, levha tektoniği, manyetik alan gibi) bir araya gelmesini gerektirir. Dünya bir istisna olabilir.
- Büyük Filtre: Kimyadan uygarlığa uzanan zincirde, neredeyse aşılmaz bir engel olabilir. Belki yaşam nadiren başlar; belki zeka nadiren gelişir; belki de uygarlıklar teknolojiyi elde ettikten kısa süre sonra yok olur.
- Teknolojik Görünmezlik: Uygarlıklar var olabilir ama iletişim için bizim tespit edemediğimiz yöntemler (örneğin nötrinolar, kuantum dolanıklık ya da hayal edemediğimiz başka yollar) kullanıyor olabilirler.
Her hipotez bilimsel olsa da, altında felsefi bir huzursuzluk yatar: kendi varlığımızın bir anomali, bir tesadüf ya da bir uyarı olup olmadığını sorarız.
Sessizliğin Felsefesi
Fermi Paradoksu bizi en eski felsefi meseleye götürür: Yalnız olmanın anlamı nedir? Blaise Pascal, ‘Pensées’ eserinde kendisini dehşete düşüren “sonsuz boşlukların ebedi sessizliğinden” söz etmişti. Martin Heidegger, ‘Being and Time’da insanı “açıklaması olmayan bir şekilde dünyaya fırlatılmış” olarak tanımlamıştı. Gökyüzünün sessizliği, bu varoluşsal durumu kozmik ölçekte yansıtır.
Eğer biz gerçekten eşsiz isek, anlamın yükünü idrak edip çözmek bize düşer: Doğruysa, evrenin tek hikâye anlatıcıları biziz ve varlığımız evrensel bir öneme sahiptir. Eğer başkaları vardı da yok olduysa, bu sessizlik bir ‘memento mori’dir: zekâ kendi kendini sınırlayan bir özellik olabilir. Eğer başkaları var da sessiz kalmayı seçiyorsa, o zaman algımızın sınırlarıyla yüzleşiriz — yaşam için kullandığımız ölçütlerin dar ve insana özgü olabileceğini fark ederiz.
Matematik, Sonsuzluk ve Sınırlar
Matematiğin kendisi de paradoksu ortaya koyar. Milyarlarca dünya üzerinden hesaplandığında, başka yaşamların olasılığı, kesinliğe yaklaşır. Ancak olasılık, gerçek hayatta olduğu gibi, olgu değildir: yüksek ihtimalli olaylar bile gözlemlenmeyebilir. Burada paradoks, Kurt Gödel’in ‘Eksiklik Teoremi’ ile kesişir: bazı doğrular vardır ancak belirli bir sistem içinde asla kanıtlanamaz. Diğer uygarlıkların varlığı da böyle bir hakikat olabilir — matematiksel olarak ikna edici, ama ampirik olarak erişilemez.
Böylece matematik yalnızca tahmin aracı değil, aynı zamanda rasyonel alçakgönüllülüğün hatırlatıcısı olur. Evren yaşamla dolup taşabilir, ama gerçekliğin ve bunu doğrulamak için kullandığımız sistemlerin yapısı bunu asla bilmemize izin vermeyebilir.
Biz
“Herkes nerede?” yalnızca astronomik bir bilmece değil, aynı zamanda bir felsefi aynadır. Bu soru, dostluğa ve aileye duyduğumuz ihtiyacı, umudu haklı çıkarmak için olasılıklara yaslanışımızı ve yalnızlıktan duyduğumuz korkuyu açığa çıkarır. Evrenin sessizliği, nadirliği, tehlikeyi ya da algı sınırlarını gösterebilir — ama aynı zamanda ilk görevimizin başkalarını beklemek değil, kendimizi en iyi şekilde sürdürmek olduğunu hatırlatır.
Yalnız olsak da olmasak da, zekânın değerli ama kırılgan olduğunu kabul etmek zorundayız. Çünkü şimdilik, bu geniş ve sessiz boşlukta doğrulanmış tek ses bizim sesimizdir.