Huzursuzluk ve Uygarlık: Freud, Nash ve Maimonides

Perspektif
20 Ağustos 2025 Çarşamba

Leon Amram


İnsanlık, uygarlığın başlangıcından beri bir paradoksun içinde yaşar. Bizi kaostan koruyan sistemler — yasalar, toplumsal normlar, ahlaki ilkeler ve siyasi yapılar — aynı zamanda özgürlük alanımızı daraltır ve içimizde kalıcı bir huzursuzluk bırakır. Sigmund Freud, ‘Uygarlığın Küskünleri’ (Civilization and its Discontents) adlı eserinde bu mutsuzluğun tesadüf değil, uygarlığın yapısına gömülü olduğunu savunur. Ona göre insanlar, barış içinde yaşayabilmek için saldırganlık ve cinsel dürtü gibi temel içgüdülerini bastırmak zorundadır. Bu bastırma istikrar ve güvenlik sağlar, ancak asla silinmeyen bir hoşnutsuzluk tortusu bırakır.

Freud’un bu içgörüleri, tamamen farklı bir alandan gelen John Nash’in matematiksel bulgularıyla beklenmedik bir uyum içindedir. Nash’in kooperatif olmayan oyun teorisi, rasyonel bireylerin kendi çıkarlarını gözeterek aldıkları kararların, çoğu zaman ‘Nash dengesi’ denilen istikrarlı ama topluca bakıldığında yetersiz sonuçlara ulaştığını gösterir. Örneğin kamu yararı oyunlarında, herkes katkıda bulunsa toplum kazanır; ancak bireysel olarak ‘bedavacı’ olma ve hile yapma içgüdüsü, katkının azalmasına ve toplumsal kayba yol açar. Bu, Freud’un tarif ettiği psikolojik uzlaşmanın matematikteki yansımasıdır: güvenli ama bireysel açıdan bakıldığında, en iyiden uzak bir denge.

Freud’un Perspektifi: Barışın Ruhsal Bedeli

Freud’a göre uygarlık, sanat, bilim ve hukuk gibi büyük başarılarını, insan doğasında yerleşik olan hayatta kalma içgüdülerini kontrol altına alarak elde eder. Saldırganlık dizginlenmezse toplum çöker; cinsel dürtüler denetlenmezse sosyal bağlar zayıflar. Bu nedenle bastırma, bir kusur değil, toplumsal yaşamın önkoşuludur. Fakat insan zihni bu duruma bütünüyle uyum sağlayamaz. Vicdan ve kuralların sınırlandırdığı akıl, içgüdüsel özgürlüğün hazzını hatırlar ve onun yokluğunu hisseder.

Bu noktada Freud, huzursuzluğu ortadan kaldırmanın mümkün olmadığını ima eder: bastırma olmadan toplum yıkılır, bastırma ile ise birey asla tam tatmin bulamaz.

Oyun Teorisi Ekonomisti John Nash’in Perspektifi: Stratejik Tuzak

Nash’in yaklaşımı bu tabloyu başka bir dille doğrular. Bireyler kendi çıkarları doğrultusunda rasyonel davranır, başkalarının hamlelerini öngörerek hareket eder ve sonunda, kimsenin tek başına değiştiremeyeceği bir dengeye ulaşırlar. Ancak bu denge, herkesin iş birliği yaptığı ideal durumdan daha kötüdür. Ortak malların kullanımındaki başarısızlık, silahlanma yarışları ve fiyat savaşları bu “istikrarlı mutsuzluğun” tipik örnekleridir.

Burada bastırma değil, karşılıklı bağımlılık ve risk hesabı öne çıkar: Daha iyi bir sonuca gitmeye tek başına kalkışmak, eldeki güvenliği kaybetme tehlikesini taşır. Bu nedenle insanlar, tatmin edici olmayan ama istikrarlı düzenlere razı olur.

Ortak Payda: İkinci En İyi Dünyalar

Freud’un “ruhsal bastırma”sı ile Nash’in “stratejik kilitlenme”si, aslında aynı hikâyeyi farklı terimlerle anlatır: İstikrar, en iyi ihtimallerden vazgeçme pahasına elde edilir. İnsan, daha fazla sevinç, adalet ve özgürlüğün mümkün olduğunu hisseder; fakat bu daha iyiye ulaşma girişimi, mevcut istikrarı kaybetme korkusuyla engellenir.

Bu noktada tablo karamsar görünür. Eğer hem insan zihninin yapısı (Freud) hem de teşviklerin matematiksel yapısı (Nash) bizi bu dengede tutuyorsa, değişim mümkün müdür? İşte tam burada üçüncü bir sese, Maimonides’e, kulak verebiliriz:

Maimonides’in Perspektifi: Yükseltebilen Kararsızlık

‘Şaşkınlar için Rehber’de (Guide of the Perplexed) Maimonides, akıl ile üst anlam arasında kalanlara seslenir — doğanın rasyonel düzenini gören ama aynı zamanda ilahi yasaya bağlı kalanlara. Ona göre bireysel arzu, toplumsal kurallar ve nihai hakikat arasındaki gerilim bir kusur değil, gelişim sürecinin vazgeçilmez aşamasıdır. ‘Kararsızlık’ hâli, insanın entelektüel ve ahlaki açıdan olgunlaşmasının alanıdır.

Freud’un ‘zorunlu kötülük’ dediği, Nash’in ‘kaçınılmaz denge’ diye adlandırdığı durumu Maimonides bir eğitim alanı olarak yorumlar. Onun gözünde ilahi yasa (Tevrat), tutkuları yok etmek için değil, onları adalet, merhamet ve bilgelik gibi ilahi niteliklere yönlendirmek için vardır. Bu bakış açısıyla, içinde yaşadığımız ikinci en iyi dünya yalnızca bir zorunluluk değil, daha yüksek bir hayat anlayışına ulaşmamız için bir araçtır.

Daha Üst Düzey Bir Denge

Nash’in diliyle söylersek, Maimonides bize ödül tablosunu yeniden tanımlamayı önerir. Başarıyı kısa vadeli haz ya da maddi kazançla değil, aşkın bir düzene uyum ile ölçmemizi tavsiye eder. Freud’un teşhis ettiği huzursuzluk, bu bakışta bir uyarı işlevi görür: Hâlâ alt oyunu oynuyorsunuz! der. Yükselmek, yasayı ortadan kaldırmak ya da iş birliğini terk etmekle değil, bu kuralların niçin var olduğunu ve hangi yönde işaret ettiğini derinlemesine kavramakla mümkündür.        

Sonuç

Insanlığın huzursuzluğu yapısaldır, ama kısır olmak zorunda değildir. Freud ve Nash, bu durumun ortadan kaldırılamayacağını, kaldırılırsa kaosun geri döneceğini gösterir. Maimonides ise, aynı durumun nasıl farklı görülüp dönüştürülebileceğini ve bir üst düzeye taşınabileceğini gösterir. Freud, bahçenin etrafındaki çitin gerekli olduğunu söyler; Nash, neden kapının nadiren açıldığını açıklar; Maimonides ise çitin aynı zamanda bir işaret olduğunu — daha yüksek bir ufku gösterdiğini — hatırlatır.

Insan olarak huzursuzluğumuzun çözümü, gerilimsiz bir dünya hayal etmekte değil; hem istikrarın dünyevi oyununu hem anlamın ebedi oyununu ustalıkla birleştirerek oynamayı öğrenmekte ve kendimizi bu yönlerde ilerletmekte yatar.

Etiketler:

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün