Irk temelli Yahudi düşmanlığının başlamasının üzerinden bir yüzyıldan fazla zaman geçti. ´İçimizdeki düşman´ fikri bizlere, bu halka hiç yabancı değil.
Yahudiler, yüzyıllarca, farklı yaşam beklentilerinden ötürü, en hafifinden sakıncalı görülmüşler, birçok Rönesans kentine, ticaret haricinde, girmeleri yasaklanmış. ‘İsa’nın ölümüne neden olmak’la başlayan, aynı bağlamda Engizisyonlarla devam eden süreç, Fransız Devrimi sonrasındaki aydınlanmayı hak etmediklerini iddia edenlerce tezgâhlanan Dreyfüs Olayı ile doruğa ulaşmış. Yazılı basının ilk örneklerinin görüldüğü 19. yüzyılın son demlerindeki bu olay, antisemitizmi ilk kez halka indirmiş, kentlerin sokakları Yahudi karşıtı gösterilere, saldırılara neden olmuş. ‘Kan İftiraları’ ise, tıpkı önceki yüzyıllarda olduğu gibi, bugünlere uzanan sürede de toplumların iliklerine nakşedilen, onların Yahudi bireye bakışını etkileyen bir bahane olmaya devam etmiştir.
21. yüzyılın ilk çeyreğini bitirmeye hazırlandığımız bu yıl itibarı ile antisemitizmin niceliğinde bir değişiklik olmaması insanlık adına kara bir lekedir diye düşünüyorum. Irkçı eksenden kayıp, İsrail üzerinden anlam bulan bir düşmanlığa evrilen nefretin, Yahudi olan her şeye karşı takınılan önyargılı durumun nedeni siyasidir ve zengin kaynaklarla beslenen, Göbbels dönemini aratmayan küresel bir propaganda ile desteklenmektedir.
Global intifada talepleri
Öyle olmasa, global intifada talepleri dünya kentlerinin sokaklarında, Filistin ve Hamas bayrakları eşliğinde dillendirilmezdi. Öyle olmasa, Yahudi toplumlarını saldırılara açık hale getiren böylesi durumlar, yerel kolluk kuvvetlerince, geçerli yasalar gereği engellenir, suçlular ceza alırlardı.
Hamas’ın 7 Ekim vahşetine benzer bir saldırıya maruz kalan hangi ülke bu duruma sessiz kalabilirdi? İsrail’in haklı savunmasını desteklemek yerine, saldırganı cesaretlendirmek, terör eylemlerini meşrulaştırmak Gazze’deki trajediyi bugünkü haline getirmiştir. Devletler topluluğu, İsrail’e gösterdikleri tepkinin benzerini, rehineleri bırakması, silahlarını teslim etmesi ve Gazze halkı üzerine koyduğu ipoteği kaldırması için Hamas’a da koysaydı, hiç şüphesiz durum daha değişik olurdu.
Gazze halkının ve genelde Filistinli Arapların kendilerini refaha çıkartacak bir çözüm için, içinde sıkıştırıldıkları cendereden çıkmalarına fırsat vermek gerek. Buna Hamas’a destek vererek katkıda bulunmak mümkün değil.
İş Arap başkentlerinden başlıyor
ABD Başkanı Trump’ın bölge açısından sonuçları muğlak Körfez Ülkeleri ziyareti sonrası çıkan tabloda, ABD’nin denkleme henüz nasıl katkı sağlayacağı belli değilken, Arap âleminden çok bir şey beklemek hayal olur… Ancak vaktin daralmakta olduğu konusu da açıkça ortada. Bu nefret yumağı, radikal İslam’ın dayattığı model üzerinden dünyayı teröre boğmaya aday. Gündelik olarak tekrarlanan ufak, ancak ufak olduğu kadar dikkat çekmesi gereken olaylara, film şeridi tadında bakarsanız, durumun istikametini görürsünüz.
Tabii ki Arap başkentlerinden başlayan iş, İsrail ile devam ediyor. İki yılı aşkın süredir devam eden savaşa karşı alternatifleri yaratmak gerekiyor. Muhatabın Hamas olunca, iş zora giriyor. Ancak, aşırı sağa teslim olmamış, geniş tabanlı bir hükümetle yola devam etmek, atılacak adımlardan biri olabilir. İsrail siyasetini çok yakından takip ettiğimi iddia etmiyorum. Ancak akıllıca atılacak savaş dışı adımların Hamas’ın bölgedeki etkisini kırmaya katkıda bulunacağını düşünüyorum. Kaldı ki, Gazze’de Hamas’a karşı başlayan ancak Yahudi basın organları dışında kendisine çok fazla yer bulamayan yer yer direnişe dönüşen hareketlerin bu gibi adımlara ihtiyacı var.
Radikal İslam ile Yahudi düşmanlığı konusunda içtikleri su ayrı gitmeyen ilerici solcuların da kullanıldıklarını anlamaları gerekiyor. Ezilene yardım etmek, haklarına tecavüz edilmesine engel olmak her insanın görevi. Ancak bunu bir diğerinin geleceği pahasına, bağnazca, anlamadan yapmak hiç doğru değil. Bırakın tarihsel gelişimi, haritada Gazze’nin yerini gösteremeyecek durumda olanların, ‘Nehirden Denize Özgür Filistin’ istemeleri ne kadar anlamlı? Dolayısı ile ehil olmadıkları konularda kamuoyu oluşturmaya çalışmaları ne kadar samimi? Bu yolla, teröre – belki de farkında olmadan – destek olduklarının farkına varmaları için derin uykularından uyandırmaları gerekiyor. Belki de işe Hamas yönetiminde yaşanan kadın ve çocuk hakları ihlallerini, LGBT bireylere uygulanan baskıları konu ederek başlamak gerekir.
Devletler topluluğu için de söyleyecek çok şey var
Ancak iş o raddeye gelince, ‘uluslar çıkarlar’ devreye giriyor. Ulusal çıkarların halkların beklentileri ile örtüştüğü sürece bunda bir sorun yok elbette. Mesele, bunun aksi durumda oluşuyor. Yemen’in hangi ulusal çıkarı İsrail’e her gece roket göndermesini emrediyor? Benzer şekilde, Hizbullah’ın Beyrut’un yarısını parselleyip silah deposuna çevirmiş olması Lübnan’ın hangi ulusal çıkarı ile örtüşüyor? Savaş kötü bir şey. Bir halkın tepesine bomba yağması kötü bir şey. Bu Filistinliler için olduğu kadar İsrailliler için de kötü.
Bugün dünyanın neredeyse her yanında İsrailli ve Yahudilere karşı saldırılar gerçekleşiyor. İsrail, vatandaşlarını Kanada’ya giderken dikkatli olmaları gerektiği konusunda uyardı. Geçtiğimiz hafta Washington’da gerçekleşen antisemit terör eylemi sonrasında iki kişinin öldürülmesi bir işaret olarak algılanmalı. Benzer olayların her ülkede olması işten bile değil. Amsterdam’daki ‘Yahudi avını’ unutmak mümkün değil.
Hiç kimse, dudaklarını büküp “ama İsrail (=Yahudiler) de buna müstahak. Onlar da Gazze’de bu yıkımı yapmasalardı…” yollu ucuz yanıtlar bulmaya çalışmasın. 7 Ekim’de olanları unutmadan, tetiğe ilk basıp vahşeti allandırıp ballandırıp kayda alanlara, analarına babalarına sevinç çığlıkları içinde kaç Yahudi öldürdüklerini müjdeleyenlere bakın! Hâlâ oradalar, hâlâ benzer çılgınlıklar yapmak için yanıp tutuşuyorlar, ne yazık ki. Hamas ileri gelenlerinin söylemleri bunu kanıtlar nitelikte.
Ortadoğu’daki, Kuzey Afrika’daki Arap yayılmacılığını, Hıristiyan, Ezidi, Süryani ve Dürzi toplumlarına reva gördükleri zulmü kabul etmeden, Yahudilerin bu topraklarda sömürgeci oldukları çıkarımı yapmak da tarihle alay etmek oluyor. 1948 sonrasında, İsrail Devleti’nin kurulması ile birlikte 800 bin aşkın Yahudi’nin asırlardır yaşadıkları ülkelerinden kovulmalarını göz ardı etmek nasıl bir akıl tutulmasıdır? Yemen’den, Suriye’ye, Irak’tan, Libya, Tunus, Cezayir’e, Mısır’a bu ülkelerde yaşayan Yahudilere ne oldu?
Hal böyle iken maksadının dışında mesajlar vermenin, nefreti körüklemenin kimseye faydası yok. Sağduyunun hâkim olduğu bir ortamda, tabiri yerinde ise gaza gelmeden, serin kafayla olayları değerlendirmeli. Gazze’de yaşananlar, sorunun kendisi değil… Meselenin gerçek kaynağını tespit edip onu izole etmeyi başardığımız zaman, bu trajedinin, meselenin onlarca sonucundan biri olduğunu anlayacağız. Bunu ‘söylenen ilk yalan her zaman doğru olarak algılanır’ ilkesi çerçevesinde yapmamak, sapılmaması gereken bir ilke olmalıdır.