Topluma faydalı olmak için şevkle çalışmış İzmirli kadınların belgeseli

´İzmir Safarad Kadınları El Ele´ belgeselinin öyküsünü yönetmeni Sarit Bonfil´den dinleyelim…

Söyleşi
10 Ağustos 2022 Çarşamba

Raşel Rakella Asal

Yönetmenliğini Sarit Bonfil'in, yönetmen yardımcılığını Nuray İsrael’in yaptığı ‘İzmir Safarad Kadınları El Ele’ adlı belgesel, İzmir'de yaşayan 44 İzmirli Yahudi kadınla yapılan söyleşilerden oluşuyor. Belgeselde, Sefarad kadınlarının yardım kuruluşlarındaki çabalarını, emeğini görünür kılmaya çalıştığını dile getiren Sarit Bonfil’in, bu ikinci belgesel çalışması. İlk belgesel çalışması, eşi Selim ve oğlu Aksel Bonfil ile birlikte yönetmenliğini yaptıkları ‘Dünden Bugüne İzmir Sefarad Düğünleri’, 2013 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi tarihi çevre ve kültür varlıklarını koruma dalında ‘Tarihe Saygı’ Ödülünü kazanmıştı.
Bu çalışmalarının gençlere ilham vermesini, onlara örnek olmasını arzuladığını belirten Bonfil, ayrıca Gözlem Yayınları’ndan çıkan ‘İzmir’de Yahudiler-Antik Smyrna’dan Günümüze’ adlı kitabın da editörlerinden biri. Tüm bu çalışmaların odak noktasını İzmir Yahudi Toplumu oluşturuyor. Dolayısıyla İzmir Yahudi toplumuna dair çok değerli bir arşiv ortaya çıkmış oluyor. Bu çalışmalarının çıkış öyküsünü Sarit Bonfil’den dinleyelim.

Tek başına bellek, bireyin kendi tarihi içerisinde unutulup kaybolabilir. Ancak toplumsal olanla iç içe olan bellek anlam kazanır. Bu doğrultuda, toplumsal belleğin belgelenmesi ve nesillere aktarılması amacıyla yaptığın çalışmalara nasıl yöneldin? 

İnsanların geçmişte yaşadıkları, bir ömür boyu biriktirdikleri anılar her zaman ilgimi çekmiştir. Bu hikâyeleri dinlemek benim için hep farklı bir dünyanın kapısını aralayan heyecan verici bir deneyimdi. Yazılı ve görsel kayıtlar almaya başlamam ise yaklaşık 15-20 yıl öncesine dayanıyor. İnsan doğal olarak önce kendi ailesinden başlıyor. Ailemin Tire ve Milas kökenli oluşu, anneannem Raşel Sabanoğlu’nun İzmir’deki yardım kurumlarında gönüllü çalışan ilk kadın liderlerden biri oluşu, bende daha fazlasını öğrenme isteği uyandırdı. Bu çalışmalara başladığımda ne yazık ki sadece annem hayattaydı. Yine de güçlü belleği ve anlatım yeteneği sayesinde bana birçok bilgiyi aktarabildi. 

Daha yoğun olarak sözlü tarih çalışmaları yapmam Rafael Algranati’nin yayın yönetmeni olduğu İzmir Türk Musevileri e-haber bülteni Diyalog için yaptığım röportajlarla başladı. Aynı dönemde eşim Selim Bonfil İzmirli ailelerden topladığı fotoğraflarla dijital bir arşiv oluşturma çabası içine girdi. Buna bir de İzmir tarihi ve İzmir Yahudi tarihi ile ilgili kitaplar edinme ve yurt dışındaki arşivlerde İzmir Yahudi tarihine dair araştırmalar yapma gayreti eklendi. Bütün bunları amatör bir ruhla, ama çok zevk alarak ve zamanımızı faydalı bir amaç uğuruna harcadığımıza inanarak yaptık. Birbirini destekleyen bu çalışmalar içinde kayıt altına altığım röportajların çok özel bir yeri var. Zira bir kentin, bir toplumun ya da bir mekânın tarihini akademik araştırmalardan öğrenebilirsiniz ama o bilgiye derinlik katacak, onu anlamlandıracak, canlandıracak olan kişisel anlatılar, yaşanmışlıklardır. Bu yüzden güçlü bir bellek tarafından, özgün bir bakış açısıyla aktarılan anılar paha biçilmez değerdedir.  Siyasi ve sosyal olayların kişisel hayata yansımalarını, yaşam biçimlerini, kültür ve gelenekleri bir nesilden diğerine taşımakta sözlü tarihin rolü yadsınamaz. 

‘İzmir Safarad Kadınları El Ele’ belgeseli İzmir Yahudi Toplumunun Despertar projesinin desteğiyle oluştu. Bu proje hakkında bizleri bilgilendirir misin?

‘İzmir Musevi Cemaatini kapsayıcı liderlikle güçlendirme projesi’, kısaca Despertar (Uyanış) adıyla anılıyor. Projenin amacı, gençlerin ve kadınların yönetim kadrolarında daha aktif rol alması, toplumun canlandırılması. 18 ay süren bu projede yer alan birçok kültürel faaliyetin sonuncusu olan ‘İzmir Sefarad Kadınları El Ele’ belgesel gösterimi ile proje tamamlanmış oldu.    

Birincil sözlü kültürün önemli bir parçası olan bellek, günümüzdeki anlatılarda farklı kayıt sistemleriyle canlı tutulmaya çalışılıyor. Bu belgeseli oluştururken hangi yöntemi kullandın? 

Despertar projesi çerçevesinde bir belgesel yapmam için koordinatör Ceki Hazan bir teklif getirdiğinde, projenin amaçlarıyla örtüşeceğini de düşündüğümden ilk aklıma gelen İzmir Yahudi kadınlarının toplumdaki gönüllü çalışmalarını ele almaktı. Aslında farkında olmadan yıllar içinde bu konuyu işlemeye yarayacak malzemeler biriktirmiştim. Her şeyden önce elimde daha önceki yıllarda yaptığım röportajlar vardı. Başta annem Fortüne Asal olmak üzere kimini kaybettiğimiz kimi ise artık sağlık sorunları olan kişilerle yaptığım söyleşileri bir projede kullanabilme fırsatı çıkmıştı. Editörlerinden ve yazarlarından biri olduğum İzmir’de Yahudiler-Antik Smyrna’dan Günümüze kitabı için yaptığım çalışmalar sırasında yardım kurumları ve dernekleri incelemiştim. Makaleleri yazarken yararlandığım kaynaklar ve gazete arşivleri de seçtiğim konuyu geçmişten günümüze taşımaya yardımcı olacaktı. Eşim Selim Bonfil’in dijital arşivinde topladığı cemaat kurumlarına ve aile albümlerine ait fotoğraflar da böylesi bir proje için değerli bir hazineydi. Kısacası bu belgeseli yapmak üzere yola koyulduğumda konunun anlatımını zenginleştirecek materyaller elimin altındaydı. 

Elbette belgeselin esas ağırlığını yeni yaptığım röportajlar oluşturdu. Bu röportajların çekimlerini aynı zamanda yönetmen yardımcısı olan Nuray İsrael gerçekleştirdi. Karataş Hastanesi, Yaşlılar Yurdu (Azil), Cemaat Yönetim Kurulu, Kültür Derneği (Liga), Talmud Tora, Sunday School, Bat Mitzva Kulübünde emek vermiş kadınların yanı sıra İzmir Sefarad Mutfağı kitabı, Parohet projesi gibi çalışmalarda katkı sağlamış kadınlarla söyleşiler yaptık. Üstünde durduğum bir diğer konu ise geniş toplumdaki derneklerde gönüllü olarak çalışan kadınlardı. Rotary Kulübünden, Koruncuk Vakfına kadar çok geniş bir yelpazede katkı sağlayan İzmir Yahudi kadınlarından örnekler vermek benim için projenin önemli bir parçasıydı. 

Bu kadar geniş çerçevesi olan bir konuyu nasıl bir bakış açısıyla ele aldın, öne çıkarmak istediğin fikirler nelerdi? 

Bugüne kadar sözü geçen kurumlarda emeği geçmiş, anılmayı hak eden yüzlerce, binlerce kadın var. Onların verdiği emeklerin yeniden hatırlanması, takdir edilmesi, genç nesillerce bilinmesi, onlara ilham kaynağı olması benim öncelikli hedefimdi. Bu nedenle yetersiz olduğunu bilsem de elimden geldiği kadar çok kadının adının geçmesine gayret ettim. Bu belgesel, bir anlamda toplumumuzda çoğu zaman eksik olan arşiv oluşturma fonksiyonunu da yerine getirmiş oluyor. 

Bir diğer amacım, kadınların gönüllü katkıları üzerinden İzmir Yahudi Toplumunda yıllar içinde yaşanan değişimleri gözler önüne sermekti. Kurum ve derneklerin kuruluşundan günümüze kadar geçirdiği evrelere mümkün olduğunca değinmeye çalıştım. Önüme böyle bir hedef koyunca çok sayıda kurumu çok kapsamlı bir şekilde ele alma zorunluluğu doğdu. Konunun en can alıcı kısımlarını çekip çıkarmak, izleyicinin sıkılmayacağı akıcılıkta anlamlı bir içerik üretmeye çalışmak zorlayıcıydı. Aslında ele aldığım başlıkların her biri kendi başına bir belgesel olabilecek nitelikte. 

Kadınların çalışmaları sırasında hissettiği duygular, gönüllü faaliyetlerin kendilerine kazandırdıkları, toplumun bugünü ve geleceği ile ilgili düşünceleri vurgulamak istediğim bir diğer konuydu. Topluma faydalı olmak için kafa yormuş, şevkle çalışmış İzmirli kadınların içten anlatımlarıyla bunu, belgeselde en iyi şekilde yansıttıklarını düşünüyorum. 

Belgesel filmler yalnızca bilgi üretme ve yayma aracı olarak kullanılmanın ötesinde bir hayat algısını, görüşü, duruşu, bir yaşam tarzını ifade edebilmenin en etkili yollarından biri. Bu çalışmalar ışığında genel olarak günümüz İzmir Yahudi Toplumu üzerine kısaca değinebilir misin?

Küçülmekte ve yaşlanmakta olan İzmir Yahudi toplumunun son yıllarda AB destekli iki projeyi, İzmir Yahudi Kültür Mirası ve Despertar projelerini yürütmesi yeni bir dinamizmin göstergeleri. Ayrıca yeni inşa edilen İzmir Musevi Cemaati Vakfı kompleksinin hizmete girmesi, toplumdaki bazı gençlerin daha profesyonel bakış açıları ile yönetim kadrolarında katkılar sağlaması da ümit verici gelişmeler. Elbette kefenin öbür tarafında küçük bir toplumun devraldığı büyük bir kültürel mirası yönetme zorlukları ve kurumlarda bayrağı teslim alacak gönüllü kişilerin eksikliği yer alıyor. Bu belgesel tam da bu noktada toplum bireylerine “siz de bir ucundan tutun” mesajını veriyor.  

Röportaj yaptığın kişilerin ortak olaylar yaşamış olmaları ve ortak bir geçmişe sahip olmaları bu belgeselin çıkış noktasını oluşturuyor. Belgeseldeki kişiler, bu ortak değerleri koruyarak gelecek nesillere aktarmakta gönüllü bir iş birliği içindeler. Hatta İzmir dışındaki eski İzmirlilerin de yer almaları belgeseli zenginleştiriyor. Bu özel durumu, toplumun geçmiş, şu an ve gelecek ile arasında bir bağ kurmasına yardımcı olduğunun belirtisi olarak nasıl değerlendirirsin? 

Belgeselde yar alan kişilerin İzmir’e ve İzmir Yahudi Toplumuna ne kadar gönülden bağlı olduğu hissediliyor. Her ne kadar Zoom görüntüleri çok kaliteli olmasa da İzmir’den ayrılmış olanların da sözlerine yer vermek çok önemliydi. Ortak geçmişimizle biz bir ailenin parçasıyız. Farklı ülkelere dağılmış olanlar bile İzmir’le oluşturdukları derin bağları koruyor. Belgeselde bazı katılımcıların vurguladığı gibi nerede olursak olalım önemli olan köklerimizi, kim olduğumuzu bilmek, bunu gelecek nesillere aktarmak ve yaşatmaya devam etmek. Belgeselin, geçmişi, bugünü ve geleceği içine alan bir perspektifle o ortak aidiyet duygusunun yaratılmasına katkı sağladığını umuyorum. 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün