ABD başkanlarının kendi dönemlerinde hazırlanan ve görevleri boyunca ülkesine ve dünyaya yönelik alacakları muhtemel siyasi, stratejik, ekonomik ve kültürel kararların altyapısını oluşturan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi, bu kez Trump yönetiminin özellikle ABD’nin dış politikasındaki eksen kaymasını belgeliyor.
Geçtiğimiz hafta yayınlanan belge hem ülke içinde hem Avrupa’da hem de Rusya’da büyük ses getirdi. Her zamankinden daha fazla tartışılan yeni belge her şeyden önce Trumpizm olarak adlandırılan ve ‘Make America Great Again’ anlayışı ekseniyle eskiye oranla büyük değişiklikler getirmekte.
Rusya’ya gül sunarken Avrupa’ya sopa gösteren belge II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez ABD ve Avrupa arasındaki kadim transatlantik bağda onarılmaz delikler açabilecek bir içeriğe sahip.
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik acımasız saldırı ve işgalini ‘Rusya-Ukrayna savaşı’ olarak nitelendirerek Rusya’yı üzmeyecek bir terminoloji kullanan belge, Biden yönetiminin ve öncekilerinin aksine Rusya’yı tehdit olarak görmemekte. Nitekim Rusya’dan yapılan resmî açıklamada belge olumlu olarak nitelendirildi.
Yine önceki yönetimlerin aksine, uzun vadeli hep bir tehdit olarak görülen Çin bu kez tehditten çok ekonomik rekabet bağlamında değerlendirilmiş durumda.
Trump yönetimi ezeli rakipleri Rusya ve Çin’e karşı yumuşak ve anlayışlı bir strateji izlerken Avrupa’ya yönelik de öncesi pek görülmemiş bir tutum takınmış durumda.
Belge Avrupa’nın bir uygarlık krizi ile karşı karşıya kaldığını savlıyor. Avrupa ülkelerinin kendilerine çeki düzen vermezlerse en geç 20 yıl içinde küresel ölçekte gücünü tamamen kaybedeceğini iddia ediyor.
Trump yönetimi Avrupa’daki bu ‘erozyonu’, özellikle kıtada uygulanan ve bölgeyi köklü bir şekilde dönüştüren ve toplumsal gerginliği artıran tehlikeli göç politikalarına bağlarken, hızla düşen doğum oranlarını, ulusal kimlik kaybını ve ‘geleneksel aile değerlerinin’ yitirilmesini Avrupa uygarlığının sorununun temel nedenleri olarak belirtiyor.
Belge, Avrupa'daki mevcut gidişata karşı bir direniş hareketinin oluşturulmasını öneriyor. Bu bağlamda bu görevi görebileceğine inandıkları sağ popülist ve göç karşıtı partilerin yükselişini olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyor. ABD’nin bu tür ‘vatansever’ Avrupa partilerine odaklanmasını ve desteklemesini tavsiye ediyor. Bir anlamda "Make Europe Great Again" benzeri bir yaklaşımda bulunuyor, ‘Make America Great Again’ciler…
Buna rağmen belge, “Biz Avrupa’nın Avrupalı olarak kalmasını ve kendi uygarlığına olan özgüvenini tekrar kazanmasını istiyoruz” ifadesiyle bir babanın çocuğuna gösterdiği yakınlık ve destek hissiyatını da ortaya koyuyor.
Avrupa’ya yönelik tutum, belgenin yayınlanmasından hemen sonra transatlantik ittifakta ciddi bir gerilim yaratmış durumda. Belge karşısında Avrupa'da ‘boşanma’ veya ‘savaş ilanı’ gibi yorumlar yapılmakta.
Almanya Şansölyesi Friedrich Merz, belgenin bazı kısımlarını “kabul edilemez” olarak nitelendirirken Avrupa'nın güvenlik alanında ABD'den daha bağımsız olması gerektiğini vurguladı. Alman Dışişleri yetkilileri ise, demokrasi konusunda "dışarıdan nasihat" istemediklerini belirtirken aşırı sağcı ve popülist milliyetçi partilerin teşvik edilmesini Rusya/Çin’in bir Truva atı olarak değerlendirdi.
Diğer Avrupa ülkelerinden henüz resmi bir açıklama yapılmamasına rağmen Avrupalı birçok kuruluş ve think tank belgeyi öfke ve şok ile karşıladıklarını belirttikleri açıklamalar yaptılar. Bu kesimde belge, genel olarak ABD ile Avrupa arasındaki bağları koparma girişimi olarak görüldü. Kimileri de tüm bunların NATO’nun çöküşünü hazırlayacağını ileri sürdü.
Trump yönetiminin bir süredir özellikle liberal Avrupa’ya olan hasmane tutumunun bu belgede tam olarak vücut bulduğu söylenebilir.
İki taraf arasında, en azından Trump iktidarı boyunca düzelmesi zor, zorunlu ama sorunlu bir ilişki olacağı artık belli olmuş durumda.
Avrupa ülkelerinde özellikle Almanya, Fransa ve İngiltere’de iktidarlara aşırı sağcı partilerin gelmesi durumunda ilişkilerin, bu ülkelerin gerekli NATO katkı paylarını tam olarak verdiği müddetçe düzeleceğini de ifade etmekte fayda var.
Belgenin, ABD’nin kendisine benzer kültür ve toplumsal niteliklere sahip olmayan ülkelerle barışçıl ticari ilişkiler kurulmasını hedeflerken onların iç işlerine karışılmayacağına vurgu yapması önemli bir nokta.
Bu bağlamda; Trump yönetiminin, ABD’nin çocuğu gibi gördüğü kıta Avrupa’sına daha sert ve yaptırımcı ve hatta iç işlerine karışır bir tutum takınmasını, Avrupa’yı elden bırakmak istememesine bağlanabilir. Ancak Avrupa ülkelerinin bu retorik ve yaptırımlar karşısında, okun yaydan fırladığını düşünerek, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez kendi güvenliklerini kendilerinin sağlamasına yönelik siyaset geliştireceklerini söylemek pek yanlış olmaz.
Zira zamanın ruhu süratle değişmekte. Ekonomik ve sosyal dinamikler de keza öyle. ABD’de iktidarı Demokratlar tekrar kazansa bile hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı da ileri sürülebilir.
NATO’nun bu süreçte nereye evirileceği de cevabı zor sorulardan biri.
Türkiye’nin bir NATO üyesi olarak kadim transatlantik bağlantısının kopması durumunda nasıl bir strateji izlemesi gerektiği de çok bilinmeyenli bir denklem olsa gerek.
Yaşayarak göreceğiz.