Japonya Başbakanı Takaichi´nin, Çin´in olası Tayvan işgalini ´varoluşsal tehdit´ sayıp askerî müdahaleyi meşrulaştırabileceğini söylemesi, bölgedeki tansiyonu yeniden yükseltti.
Pekin’in karşı hamlesi de çok gecikmedi. Japon deniz ürünlerine yeniden yasak geldi, Çin sahil güvenlik gemileri, Japonya’nın kontrolünde olsa da Pekin’in hâlâ hak iddia ettiği ada zinciri çevresinde görünmeye başladı. Sinemalardan Japon filmleri kaldırıldı ve yapılan sert seyahat uyarısı, yüz binlerce Çinlinin Japonya planlarını iptal etmesine yol açtı.
Bu gerginliğin arkasında sadece bugünün politikası yok. Aslında, iki ülkenin birbirine bakışını hâlâ şekillendiren çok daha eski ve derin bir hikâye var. Yaklaşık 90 yıl önce yaşanan büyük bir travma, hem Çin’in hem de Japonya’nın kolektif hafızasında güçlü bir iz bırakmış durumda.
1930’larda Çin, iç savaşla iyice zayıflamıştı. Chiang Kai-shek’in milliyetçileri ve Mao’nun komünistleri birbirleriyle mücadele ediyordu. Japonya ise hızla sanayileşiyordu ancak petrol, kömür, demir ve kauçuk gibi kritik kaynaklardan yoksundu. Japon generalleri bu yüzden Çin’i ülkenin hayatta kalması için gerekli kaynakların bulunduğu bir alan olarak görüyordu. O dönemde Japonya’da sivil hükümet de çökmüş, militaristler iktidarı ele geçirmişti. Onların hedefi Batılı güçleri bölgeden uzaklaştırmak ve Japonya’nın liderliğinde geniş bir imparatorluk kurmaktı.
Japonya bu strateji doğrultusunda 1931’de önce Mançurya’yı işgal edip orada bir kukla devlet kurdu. Bu, Çin’e yönelik genişlemenin sadece başlangıcıydı. Ardından 1937’de Japon İmparatorluk Ordusu, o dönem Çin’in başkenti Nankin’e girdi ve şehir altı hafta boyunca tarif edilemeyecek bir şiddete sahne oldu. Tarihçilerin çoğu 300 bine yakın sivil ve savaş esirinin öldürüldüğünü, şehrin yağmalanıp yakıldığını ve binlerce kadının sistematik şekilde tecavüze uğradığını söylüyor.
Bu saldırı, bölgeyi uzun ve karanlık bir yıkım dönemine sürükledi. Japonya II. Dünya Savaşı sonrasında Amerikan işgali altında yedi yıl boyunca yeniden yapılandırıldı. Çin’de iç savaşlar devam etti ve sonunda 1949’da Mao Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurdu. Milliyetçi Chiang Kai-shek Tayvan’a çekildi ve orada Çin Cumhuriyeti hükümetini sürdürdü.
1937’de yaşanan bu acılar, Çin’in modern kimliğinde hâlâ kapanmayan bir yara olarak duruyor. Herhangi bir güncel nedenle iki ülke arasında bir sorun çıksa eski korkular kolayca tetikleniyor. Son dönemde Japonya’nın Tayvan’a yakın bölgelere orta menzilli füze sistemleri yerleştireceğini açıklaması Çin’de dikkatle izlendi. Çin ise Birleşmiş Milletler’de Japonya’nın Güvenlik Konseyi’ne daimi üye olmasına karşı çıkarak Tokyo’yu savaş döneminde yaptığı vahşeti küçümsemekle suçladı. Karşılıklı açıklamalar, iki ülke arasındaki jeopolitik ve tarihsel kırılganlığın ne kadar canlı olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Son 40 yılda Doğu Asya’da ülkeler arasında güçlü bir ekonomik bağ oluştu. Özellikle Çin ile Japonya arasındaki ticaret, yatırımlar ve turizm, iki toplumu hiç olmadığı kadar yakınlaştırdı. Bugün yüz binlerce insan karşılıklı olarak birbirinin ülkesinde yaşıyor, çalışıyor ya da sık sık seyahat ediyor. Pekin’in son dönemde Tayvan çevresindeki askerî tatbikatları azaltması da aslında gerginliği tırmandırmak istemediğine dair bir işaret olarak görülüyordu. Fakat Japonya’nın Tayvan konusunda yaptığı son çıkış, bu hassas dengeyi yeniden sarsmış gibi görünüyor.
Japonya’nın Çin’e yönelik sert çıkışlarında ABD’nin etkisini görmezden gelmek saflık olur. Çin uzun süredir hızlı davranırlarsa Tayvan’ı ABD yetişmeden ele geçirebileceklerini düşünüyordu. Ama artık Japonya da açıkça devreye gireceğini söylüyor. Bu durum Pekin’in hesaplarını değiştiriyor ve Tayvan’a yönelik bir saldırıyı çok daha tehlikeli bir hale getiriyor.
Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası benimsediği pasifist çizgiden yavaş yavaş uzaklaşması da bölgedeki dengeleri derinden etkiliyor. Tokyo’nun yeniden silahlanması Çin’de doğal olarak “Acaba tarih tekerrür mü ediyor?” kaygısını uyandırıyor. Bugün Japonya’nın agresif bir niyeti olduğunu söylemek zor. Ancak Çin, geçmişte yaşadıklarını unutmuş değil.
Sonuçta bugün bölgede yaşanan gerilim, sadece jeopolitik bir rekabet değil. Tarih, kolektif hafıza, güvenlik kaygıları ve süper güçler oyununun iç içe geçtiği bir tablo. Her iki ülke de ekonomik olarak birbirine bağımlı olsa da, eski yaralar ve yeni tehditler dikkatle yönetilmediği sürece Pasifik’in bu köşesinde silahlar çekilebilir. Ama bu sefer sonu farklı olabilir. Çünkü Japonya’nın karşısında artık küresel bir süper güç var.